Habib-i Neccar M.S. 40 yıllarında Antakya’da yaşamış Hz. İsa’nın havarilerine inanan ve bu uğurda canını veren bir marangozdur. Neccar, Arapçada marangoz anlamına gelir. Cüzzamlı bir oğlu olduğu için yaşamını dağdaki bir mağarada sürdürmektedir.
Hz. İsa, iki havarisini (Yahya-Yuhanna ve Yunus-Pavlus) Antakya’ya gönderir, dağları aşıp şehre giren elçiler ilk olarak Habib-i Neccar’a rastlarlar. Habib-i Neccar, yabancılara kim olduklarını sorar. ‘İsa Peygamber’in havarileriyiz’ cevabını alınca onlardan bir delil ister. Onlar da ‘Biz hastalara şifa veririz.’ derler. Habib-i Neccar, havarileri oğlunun yanına götürür. Elçiler, Allah’a dua eder, sırtını sıvazlarlar ve çocuk, Allah’ın izni, elçilerin eliyle şifa bulup ayağa kalkar. Bu olay karşısında Habib-i Neccar, elçilerin dinine iman eder.
Sonra elçiler şehre inip halkı dine davet ederler; fakat çabaları sonuçsuz kalır. Hastalıklara şifâ verdikleri duyulup halkın onların etrafında toplandığını haber alan şehrin hükümdarı bu elçileri zindana attırır. Uzun süre kendilerinden haber gelmeyince üçüncü elçi (Şem-un Sefa) Antakya’ya gönderilir. Amacı, kendisinden önce gönderilen iki elçiyi kurtarmaktır. Şem’un-u Sefa, ilk iki elçi gibi kimliğini açığa vermez, saraya kadar girmeyi başarır. Kralın güvenini kazanınca önceki elçilerden bahseder. “Kralım bu yabancılar çeşitli hastalıklara şifa verdiklerini iddia ediyorlar. Bunları bir imtihan edelim.”der. Kral da onu kırmaz, zindandaki elçileri huzuruna getirtir. Şem’un-u Sefa, arkadaşlarına sorar: “Siz kimsiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz?” Onlar da İsa Peygamber’in elçisi olduklarını söylerler. “Madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olması lazım.” der. Onlar da amaların gözlerini açabildiklerini, ölüleri dirilttiklerini söylerler. Yeni ölmüş bir ceset önlerine getirilir. Yahya ve Yunus açıktan, Şem’un-u Sefa içinden dua eder ve ölü dirilir. “Ey Antakya halkı eğer siz de öldükten sonra benim gördüklerimi görmek istemiyorsanız, çok zor durumdayken beni kurtaran bu üç kişiye tabi olun.” diye halkı uyaran kişi, eliyle üç elçiyi işaret edince Şem’un-u Sefa’nın da kimliği açığa çıkar. Kral hayretle sorar: “Şem’un sen de mi bunlardansın?” Çok zeki olan üçüncü elçi, soruya soruyla cevap verir: “Kralım bu yabancılar çok olağanüstü bir hal gösterdiler, sen de taptığın putlarına söyle, daha üstün hünerler göstersinler. Yoksa bunlar seni halkın önünde mağlup ediyorlar.” Kral köşeye sıkışınca itiraf eder: “Şem’un senden gizlim saklım yok. Bizim taptığımız putların böyle güçleri yok. Yemez, içmez, konuşmazlar.” Bunun üzerine Şem’un kralı ikna eder ve kralın iman ettiği rivayet edilir.
Habib-i Neccar şehre koşarak gelir ve şöyle der: “Ey kavmim, sizden hiçbir karşılık beklemeyen bu kimselere uyun. Onlar doğru yola ermiş olanlardandır.” Rivayete göre halk, elçilerin getirdiği dine inandığı, atalarının dinine ihanet ettiği gerekçesiyle Habib-i Neccar’ı taşlayarak şehit eder.
Başka bir rivayette Habib-i Neccar’ın şehit edilmesi dağda gerçekleşir. Öfkeli halk, Habib-i Neccar’ın başını gövdesinden ayırır ve şehrin doğusundaki dağdan yuvarlanan başı bugün caminin bulunduğu yere kadar gelir. Hatta camide yer alan Habib-i Neccar Ziyaretgâhı’nda sadece başının bulunduğu, gövdesinin de dağda olduğu söylenir. Nitekim bu hadiseler Yasin Suresinde anlatılan kıssa olduğu rivayet edilir. Yasin Suresinde şöyle buyrulmaktadır;
“Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.”(Yasin/14)
Onlar şöyle dediler: “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”(Yasin/15)
(Elçiler ise) şöyle dediler: “Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz biliyor.”(Yasin/16)
“Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”(Yasin/17)
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”(Yasin/20)
Habib-i Neccar Camii
Habib-i Neccar Camii, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde inşa edilen ilk cami olarak bilinir. Cami, Antakya’nın M.S. 636 yılında Hz.Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından fethedilmesi ile birlikte inşa edilmiştir.
Bizans’ın 968 yılında Antakya’yı ele geçirmesi ile birlikte Habib-i Neccar Camii kiliseye çevrilmiştir. 1084 yılında Selçuklu ordularının Kutalmışoğlu Süleyman Şah komutasında Antakya’yı almalarından sonra tekrar camiye çevrilmiştir. Haçlı orduları 1098 yılında Antakya’ya ulaştıklarında cami bir kez daha kilise olmuştur. 170 yıl kadar kilise olarak kullanıldıktan sonra 1268 yılında Memlüklerin Antakya’ya gelmesi ile birlikte Memlük Sultanı Baybars, Habib-i Neccar Camisini yeniden inşa ettirmiştir. 1853 yılında Antakya’nın gördüğü büyük deprem sonrasında yerle bir olan camii, 1857 yılında tekrar inşa edilmiştir. Günümüzdeki yapı, 1857’den beri ayakta durmaktadır. Müslümanlar bu camiyi yaparken bir Hristiyan büyüğünün adını kendi mabetlerine verebilecek kadar hoşgörüye sahiptir. Bu, dikkat çekilmesi gereken bir husustur. Sonuç olarak halkın muhayyilesinde Habib-i Neccar, bir teslimiyetçiliğin sembolü haline gelmiştir.
Mahmut Ova