Saraybosna’yı birkaç kelime ile anlatsam galiba nehir, sis ve yeşil kelimelerini tercih ederdim. Sis, güne başlarken bir gelin duvağı misali şehrin üzerini tül gibi örttüğü için; yeşil hem Dinar Alplerinin çevirdiği Sarayova’dan hem de yemyeşil akan Miljacka Nehri’nden çağrışım yapıyordu.
Sanki yaşanan acı olayların hala tazeliğini koruduğu duygusunu depreştiren mezarlıklar ve mermi izleri bir şeyler söylüyor. Yerlerdeki Saraybosna Gülü adı verilen boyalar bombanın düştüğünde akan kanları gözler önüne seriyor ve kulaklarda bombanın düşerken çıkardığı ıslık sesine benzer sesini kulaklarda çınlatıyordu. Bunların ardından barışın ve aynı zamanda şehrin de sembolü olan güvercinlerle çevrili su sebili sizi karşılıyor, tüm bu olanları zihnine kazıyarak anın tadını çıkarman gerektiğini söylüyor gibiydi.
Ilıdja’dan eski tramvaylara binerek gezmeye başladığınızda şehre kimlerin ev sahipliği yaptığını, etkilendiğini mimari yapılara bakarak çıkarımlarda bulunabilirsiniz. Kırmızı kiremit çatılı evler yerine apartmanlar almaya başlıyor ilerledikçe ve iri çok katlı binaları da görüyorsunuz. Yolun ortası diyebileceğiniz bir konumda kale gibi, bahçesinde Amerikan Bayrağı dalgalanan bir tanesi var ki duvarına yansıttığı “we stand with you as you have always stood with us” (her zaman olduğu gibi yanınızdayız) yazısı ile barış adı altında bir takım mesajlar veriyordu.
Tramvay yoluna devam ederken sağda zümrüt yeşili akan Miljacka nehri, üzerindeki onca yorgunluğu ve temkini ile gürül gürül akıyordu. Kalabalık insan topluluğunun bulunduğu fotoğrafların çekildiği köprü, üzerinde gerçekleştirilen suikast ile tüm dünyada can kayıplarına neden olan Latin Köprüsü. Başçarşı’ya doğru yolu adımlarken tanıdık bir yere gelmiş hissi uyanıyor insanın içinde. Kahveciler, bakırcılar, çevapi-köfte ve börek kokulu sokaklar, her köşede minaresi belli olan camiler tanıdık bir Osmanlı şehrini gözler önüne seriyordu. Karşınızda güvercinlerle çevrili su sebili hoş geldiniz diyor, dar sokakları işaret ediyordu. Börek kokulu sokakları geçerek Bosna sancak beyi Hüsrev Bey adına yapılan Gazi Hüsrev Bey Cami sizleri karşılıyor. Camiye dikkatli baktığınızda tipik bir Sinan eseri olduğu gözlerden kaçmıyor ve saf insan sesi ile okunan ezan, içerisine hoparlör cızırtısının karışmadığı doğal hali ile insanı bir başka etkiliyordu.
Cami’nin ana kapısından çıkınca karşıda Bosna’nın bağımsızlık mücadelesi veren yiğitlerinin toplandığı Moriç Han duruyor. “Çehresinde gölge olmayan” lider ve etrafında toplanan Mladi Müslümani’nin kahramanlık dolu anlarını yaşatıyordu.
Cami’nin sol kapısından çıktığınızda iki musluktan akan sular hangisinden içtiğinize göre size bir şeyler söylüyordu. Sağdakinden içerseniz Bosna’ya bir daha gelecek, soldakinden içerseniz Bosnalı biri ile evleneceğinizi dillendiriyordu.
Daha ileri doğru adımlar attığınızda Avusturya-Viyana benzeri binalar ve komünist dönem yapılan binaları, Frankafon kiliseleri sizleri karşılayan bu zengin şehrin eserlerinden bazıları.
Bu anlattıklarım sadece Başçarşı civarını adımlamaktan ibaret. Ne kadar anlatmaya çalışsam az kalacağını düşünüyor, seyahat listenize eklemenizi tavsiye ediyorum. Ayrıca eskilerin yolculuklar için dediği gibi ‘evvel refik ba’del tarik’(önce yoldaş sonra yol) bu yolculuktaki yoldaşım Ahmet’e selamlar
Türkçe bilmeden Türkçe şiir okuyan insanların şehri,
Bir perşembe akşamı yatsıya doğru Başçarşı’dan yukarı doğru yokuşu takip ederek çıkıyoruz ve solumuzda Hacı Sinanova Tekkesi bizleri bekliyor. Kadiri tekkesi olan bu tekkenin duvarlarında Süleyman mührü ve sayısız güzel hüsn-i hatlar arasından yürüyerek taşlarla yapılan belirgin yol büyük bir kapıya doğru ilerliyordu. O kapıdan içeri girdiğimizde mihrap ve aynı zamanda tekkelerin semahane olarak kullanmasına göre inşa edilmiş mescit çıkıyor karşımıza. İçeride yatsı ezanını okunmasını bekleyen dervişan ile bekliyoruz ve ezan okunuyor namaz kılıyoruz. Tesbihat bitiminde devrana hazırlanma kıpırdanmaları gözlerden kaçmıyordu. Şeyhin işareti ile kurulmaya başlanan zikir halkalarında dervişler yerini alıyor, devran öncesi ortam hazırlanıyordu. Ben Kadiri dervişi olmadığım, merak ettiğim için geldiğimden geride durup izleyecektim lakin öyle olmadı. Dervişlerden birisi yanıma gelerek vücut dili ile halkaya davet etti, derviş olmadığımı belirttiğimde yine de geçmem gerektiğini hali ile anlattı. Gösterilen boşlukta yerimi alarak ilk defa katıldığım bir Boşnak Kadiri zikrini merakla bekliyordum. Şeyhin “faalemennehu” diyerek başlattığı zikir; Arapça dualar ve Boşnakça ilahiler eşliğinde devam ediyor, ben de ne dediklerini anlamaya çalışıyordum. Önceki ilahi bitimi sonrası edilen duaya âmin derken dervişan bir anda “ben dervişim diyene bir ün edesim gelir” diyerek Türkçe ilahi söylemeye başladı. Önce şaşırdım sonra bu dörtlüğü bir yerlerden tanıdığımı hatırladım ve biraz sonra “bizim Yunus’a” ait olduğunu çıkarabildim. İlahiler coşkulu biçimde devam ederken devranın bitimine doğru yaklaştık. Devranın sonuna geldiğimizde şeyh efendi dua etmek için elini açtı önce Boşnakça dua etti ardından “hayırlar fethola, şerler defola…” diye başlayıp Gülbang-ı Muhammedi okuyarak zikri tamama erdirdi.

Zikir bitiminde Yunus şiiri okuyan dervişlerin ve şeyhin Türkçe bildiğini düşündüğümden yanlarına gittim. O sıra sohbet içerisinde farkına vardım ki Türkçe bilmiyorlardı. Bilmedikleri bir dilde anlamışçasına coşkulu biçimde ilahi söylemelerine ve dua etmelerine hayran kaldım. Yunus’un büyüklüğünü bir kez daha anladım “Ve içimden kendi kendime Pir Yunus ne büyük aşıksın, senin dilini bilmeyenler bile aşkına şehadet getiriyor demekten kendimi alamadım.”
Fariz Batuhan Örtlek