Priştine’de Bir Dost


Dünya, uçsuz bucaksız ve keşfedilmeye hazır. İnsan, dışarıdan sınırları var gibi gözükse de içerisinde barındığı dünya ile sonsuzluk alemine ulaşabiliyor. Bu varlık, tarihin ilk dönemlerinden beri zorluklarla mücadele etmektedir. Doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Doğmak bizim için zahmetsiz, ölüm ise bazen zahmetli olabiliyor fakat büyümek başlı başına bir mücadele. Bu mücadele her dönemde farklı dillerde farklı kavramlarla anıldı. Mücadele yöntemleri de keza öyle. Biz müslümanlar için bu kavram, tevekküldür. Sizlere 24 senelik mücadelemin en güzel tevekkül örneğinden bahsetmek istiyorum. Torunlarıma anlatmak istediğim türden bir hikaye…

Bir yerleri gezmek, üniversite 3. sınıfa kadar hayatımda çok da kıymeti olmayan bir eylemdi. Rahatına düşkün biri olarak ‘comfort zone’ da dediğimiz, konfor alanımın dışına çıkmayı çok sevmezdim. Birçoğumuzun ortak çekincesi olan vize işlemleri, dil yetersizliği gibi sorunlardan dolayı, gezme isteğimin üstünü kapatırdım. Bu serüven beş yıl kadar önce, hiç düşünmediğim bir şekilde kuzenlerimle Bosna’ya gitmemle başladı. Yollarda karşılaştığım insanlar sayesinde aslında bu çekinceleri nasıl kafamızda daha da aşılmaz hale getirdiğimizi fark ettim. Karadağ’da bir hostelde tanıştığım Türk asıllı genç bir öğretmen, sadece adını söyleyebilecek seviyede olan İngilizcesiyle beraber otostop çekerek tüm Balkan ülkelerini gezdiğinden bahsetmişti. Nitekim ben de bu çekincelerin ne kadar yersiz olduğunu öğrenmemle beraber, tam iki sene içerisinde 25 ülke 52 şehir gezerek günümüze ulaşmış bulunmaktayım.

Otobüslerde, trenlerde, bazen otostop çekerek binilen araçlarda geçen günler; banklarda, otogarlarda veya 16 kişilik hostel odalarında geçirilen geceler dünyayı ve insanı daha iyi tanımama sebep oldu. Farklı dine veya kökene sahip insanların bizden nefret etmediğini, bizim de onlardan nefret etmememiz gerektiğini öğrendim. Bir Polonyalı, sokakta kalacağım zaman ev bulmama yardımcı oldu. Bir Alman, yolumu kaybettiğimde benimle gideceğim yere kadar geldi. Bulunduğum ortamda tek anlaşabildiğim ve hala dostluğumuzu sürdürdüğümüz bir Ermeni, kendisine Türkçe öğretmem için neredeyse yalvardı. Bir Macar, param kalmadığı için kalacak yerimi ayarlayıp üstüne iki gecelik ücretimi de ödedi. Ve daha niceleri… Fakat gezerken tanıklık ettiğim en güzel anlarım, ümmet olma vesilesiyle kurulan dostluklar sayesindeydi. Sizlere bahsetmek istediğim hikayem, başıma gelen onca talihsizlikten sonra yardımıma koşan ümmet dostlarımdan bir tanesi ve Kosova’da geçmekte.

2018 yılının Ağustos ayında, Boşnak arkadaşlarımla Karadağ ülkesinin Ada Bojana şehrinde tatil yaptık. Güzel geçen bir haftanın ardından arkadaşlarım beni bu köyde bırakarak memleketlerine döndüler. Benim planım ise sabaha karşı köyden Makedonya’ya giden son otobüse binerek ertesi günkü uçağıma yetişmekti. Ev sahibimiz gece yarısı beni alarak şehir merkezindeki otogara bıraktı. Balkanlarda internet üzerinden alışveriş yaygın olmadığı için biletimi otogardan almayı planlamıştım fakat oraya vardığımda otogar kapalıydı. Güvenlikçi olduğunu tahmin ettiğim bir amca bana otogarın sabah altıda açılacağını, gece otobüslerinin olmadığını söyledi.Uçağa yetişebilmem için dört vesaitli ve tüm paramı harcamamı gerektiren bir rota önerdi. Bir iki saat terlemenin ardından tek çarem olduğu için bu durumu kabullendim. Fakat sonradan yanımıza gelen taksici arkadaşı bana sabaha kadar beklememi ve sabah altıda Kosova Priştine’ye giden otobüse binmemi, oradan her yarım saatte bir kalkan otobüsler ile Üsküp’e gidebileceğimi söyledi. Çok rahatlamıştım çünkü param cebimde kalacaktı ve zaman sıkıntım olmayacaktı. İlk seçeneğim için yakalamam gereken özel minibüs gitmişti ve ben gece üçte oturmuş huzurlu bir şekilde sabah olmasını bekliyordum.

İlk güzel haberin ardından bir otobüs yanaştı ve bir genç yanıma gelip oturdu. Bir süre sonra bana İngilizce, Türk olup olmadığımı sordu. Şaşırmıştım ve kendisine nereden anladığını sorduğumda birden Türkçe konuşmaya başladı. Sırbistan’ın son müslüman bölgesi olan Sancak’ta yaşadığını ve Arnavut olduğunu söyledi. Türkçe’yi Yunus Emre Enstitüsü’nde öğrenip birkaç kez İstanbul’u ziyarete gelmiş. Bir süre muhabbet ettikten sonra merak edip Türkiye sevgisinin nedenini sordum. Hayatının en mutlu gününün Türk yetkililerinin Sancak bölgesini ziyaret ettiği gün olduğunu söyledi. Nedenini sorup cevabımı aldığımda tüylerim diken diken oldu. Söylediklerini birebir aktarıyorum: “ Biz Sancak müslümanları olarak burada kabul görmüyoruz. Polisler bizi hep bir tehdit olarak algılıyorlar ve çok saygı gördüğümüz desöylenemez. Türk yetkililerin geldikleri gün sokaklarda Türk bayrakları asılıydı, mehter marşları çalıyordu ve biz toplanıp tekbirler getirebiliyorduk. İlk kez kendimizi özgür hissetmiştik. Eğer Türkler olmasa bunların hiçbirini yapamazdık hatta bizi burada barındırmazlardı bile.” Huzur ve gurur dolu bu muhabbetin ardından otogar açıldı ve kendisini yolcu edip, vedalaştım. Ben de biletimi almak için gişeye yaklaştım ancak görevli kadın bana Priştine otobüsünün olmadığını sadece Prizren otobüsünün olduğunu ve hemen kalkacağını söyledi. Çaresizce bileti alıp otobüse bindim. Hala ümidim vardı çünkü sekiz saate Prizren’de olursam hızlıca Priştine’ye oradan da Üsküp’e geçebilirim diye düşünüyordum. Yolum uzamıştı, uçağımı kaçırma korkusuyla boncuk boncuk terlemeye başlamıştım. Tek ümidim otobüsün zamanında orada olması ve hızlıca taksiye binip tüm paramı vererek de olsa Üsküp’e geçmekti. Tam dokuz saatlik yolculuğum sürekli dua halinde geçti. Çok gergindim.Maalesef Prizren’in girişine sadece yarım saat kala başlayanve saatlerce süren trafik tüm umutlarımı söndürdü. Artık uçağımı kaçırdığımdan emindim.

Prizren Sinan Paşa Camii

Yapacak bir şeyim yoktu. Durumu kabullenerek hızlıca bir arkadaşıma mesaj attım. Önceden bana, Priştine’ya gidersem orada bir abinin olduğunu ve yardımcı olabileceğini söylemişti. Ona Kosova’ya geldiğimi ve Prizren’den Priştine’ye geçmek üzere olduğumu söyledim. Yolculuk esnasında internetin de olmadığını belirterek, indiğimde irtibat kurabilmek için abinin numarasını bana göndermesini istedim. İki saatlik yolculuğun ardından Priştine’ye akşam saatlerinde vardım ve ilk olarak internete bağlandım. Arkadaşımdan gelenmesaj artık son noktayı koymuştu: “Yahya, abi seni bekliyor misafir edecek yalnız Priştine’de değil Prizren’de yaşıyor.” Bazı anlar vardır, artık teslim olursunuz. Yapacağınız hiçbir şey kalmamıştır ve hissizleşirsiniz. Tarlası yanmış dayılar gibi ne yapacağımı bilemeden kaldırıma oturdum. Hiçbir şey yapmadan veya düşünmeden yarım saat kadar orada oturdum. En son hiç değilse yanımda biraz param var, boşa harcamazsam uçak biletime yeter diyerek halime şükrettim. Ben elimden geleni yapacak, gerisini Allah’a bırakacaktım.

Otogarın dışına çıkıp yürümeye başladım, biraz kafam karıştı ve genç bir abiye adres sordum. İsmi Kushtrim Shehu, kendisi Kosova Arnavut’larından. Bana önce adresi tarif etti ardından eğer ister ve biraz beklersem aracıyla beni hostele kadar bırakabileceğini söyledi. Ben de başıma gelen onca şeyden sonra ‘daha kötü ne olabilir ki’ diye düşünerek bu teklifi kabul ettim. Ardından bana nereli olduğumu sordu. Türkiyeli olduğumu söyledim. Biraz şaşkın biraz sinirli bir şekilde ‘Neden Türkçe konuşmuyorsun’ dedi. O sevinmiş ben ise çok şaşırmıştım. Çok düzgün, hafif aksanlı bir Türkçesi vardı. İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora yaptığını söyledi. Çok rahatlamıştım. Sonunda beklediği pakedi geldi ve aracına bindik. Bu pakedi dükkanına bırakması gerektiğini ardından gidebileceğimizi söyledi. Bir süre sonra şehrin dışında sanayiden bozma karanlık bir yere geldik. Dükkanlar kapalıydı ve adamla daha yeni tanışmıştım. Artık böbreğimi almaya bile götürüyor olsa telaşlanmamın bir faydası olmayacaktı. Fakat yine de içimi bir kuşku kapladı, yapacak bir şeyim de olmadığından güven duymaya çalışıyordum.

Kushtrim Abi sessizliği bozarak Facebook hesabım olup olmadığını sordu. Hemen internete bağlanarak hesabımı açtım.Uzun zamandır ney üflüyorum ve profilimde bir ders esnasında ney ile çekilen fotoğrafım vardı. Kendisi görünce şok oldu ve ney enstrümanını çok sevdiğini sürekli konserlerine, mevlevi ayinlere gittiğini söyledi. HattaTürkiye’den aldığı bir cdyi sürekli dinlediğini söyleyerek arabada açtı. Bu sefer de ben şok olmuştum, çünkü çalan eser benim hocama aitti ve kendisi icra ediyordu. Hocamın ismini versem birçok kişi tanımaz. Böyle bir tesadüfün Kosova’da olması beni derinden etkilemişti. Güven duymadığım için kendimden utanmıştım. Kushtrim Abi yeni evli ve altı aylık bir çocuğu vardı. Ona rağmen iki gün boyunca beni gezdirdi, yedirdi ve içirdi. Kendisine benim için çok şey yaptığını, çok mahcup olduğumu söyledim. ‘Allah senden razı olsun abi’dedim ve artık evine, çocuğuna gitmesi gerektiğini, geri kalanını kendi başıma halledebileceğimi söyledim. Biraz sinirlenerek söylediği şeyler asla aklımdan çıkmayacak. Bana,“ Ben İstanbul’da yaşamaya başladığımda kültür şokuna uğradım. Bir terzi amcamız vardı, Malatyalı senin gibi. Ne zaman bir iş götürsek paramızı almıyor, zorlarsak indirimli halde kabul ediyordu. Siz bize emanetsiniz, misafirsiniz diyordu. Bakkalımız, kasabımız bizi emanet olarak görüyordu. Devletinizin bursları, imkanları sayesinde okuduk. Benim, üzerimde olan tüm bu emeklerinizin karşılığını ödeyebilmem için Allah seni bana gönderdi asıl Allah senden razı olsun. Siz olmasanız bizi bu topraklarda barındırmazlar. Asıl sizden Allah razı olsun” dedi. Gözlerim dolmuştu. Tüylerim diken diken halde ona sarılmak istedim. Sanki senelerdir tanıyorduk birbirimizi. Öyle bir muhabbet, öyle bir dostluk…

Zorlu bir yolculuktu. Sabrımın ve kuvvetimin sınırları zorlanmıştı fakat elhamdülillah demekten vazgeçmedim. ‘Nereden geldim buraya’ diyecekken ‘iyi ki gelmişim’ dedim. Gezmek bazen yorucu olabiliyor ama günün sonunda başınıza kötü şeyler bile gelse ‘iyi ki bu yola çıkmışım’ diyorsunuz. Bir de mücadeleci bir ruhunuz varsa ömür boyu saklayacağınız anılarınız oluyor. Benden size tavsiye yürüyün. Sizi bekleyen, sizi emanet olarak görecek ve bir yuva sıcaklığı verecek, sizi hiç tanımayan insanlara yürüyün. Yolunuzun sonu hayra ulaşacaktır. Sabırla yürüyün. Asıl mesele yolda olmaktır.

Yahya Çamurluoğlu

Kushtrim abi ve Yazarımız