”Adem’den Önce” Amerikalı yazar Jack London tarafından yazılmış bir roman olup 1906-1907 yılları arasında ‘Everybody’s Magazine’ adlı dergide seri halinde yayımlanmıştır. Roman Türkiye’de ilk olarak, 1981 yılında Can Yayınları tarafından çevrilmiştir ve yayınlanmıştır. Kitap yazarımız Jack London, insanoğlunun çok uzak geçmişini, yarı insan olduğu dönemi anlatan bu romanda, yazdığı dönemin etkisiyle Charles Darwin ve evrim teorisinden oldukça etkilenmiş ve o döneme ait bilimsel verileri soluksuz okuyacağımız sürükleyici bir macera ile harmanlayarak bizlere sunmuştur. Keyifli okumalar…
Görüntüler! Görüntüler! Görüntüler!
“Çocukluğumda rüyalarımı bir kâbuslar geçidine çevirerek, daha sonra beni kendi türümden farklı, doğaya aykırı ve lanetli bir yaratık olduğuma inandırarak işkence ederlerdi bana.”
Kitabın ana kahramanı, geceleri rüyasında insanlığın erken dönemlerinde, Orta Pleyistosen[1] adı verilen çağda yaşadığını görmektedir ve kitapta da bu dönemde başından geçenler anlatılmaktadır. Kahramanımız, rüyalarında ilkel devir atalarıyla beraber yaşayan, onların korkularını, heyecanını paylaşan ve adı Kocadiş olan ‘rüya kişiliği’ ile normal hayatı arasındaki bağı dengeleyememiş ve üniversite çağına gelene dek de rüyalarının anlam ve önemini ve onları neden gördüğü konusunda fikir sahibi olamamıştı. Üniversite döneminde ise bu anlam kargaşasını ancak evrim bilimiyle aklıselime kavuştuğunu belirtirmiştir.
Yazar rüyalarımızın ırksal hatıralarımızdan izler taşıdığını söyler ve şöyle bir örnek verir: Boşlukta düşme rüyası diye bir şey vardır ve bu en yaygın rüya deneyimidir, bütün insanlar tarafından ilk elden tecrübe edilmiştir. İşte bu durumun ağaçlarda yaşayan uzak atalarımıza kadar uzanan bir geçmişi vardır. Ağaçları mekân olarak tutan atalarımız açısından, düşme olasılığı her daim var olan bir tehlikeydi. İşte bir şekilde önlenen feci bir düşüş hali, şok etkisi yaratıyor, böyle bir şokta beyin hücrelerinde bazı moleküler değişikliklere neden oluyordu. Bu değişiklikler sonraki kuşakların beyin hücrelerine aktarılarak, ırksal hatıralar haline geliyordu.
Roman, ana karakterimiz modern insanın rüyalarındaki diğer benliği olan Kocadiş’in gözüyle gördüklerinin anlatımıyla şekilleniyor. Kitapta aktarılan çağda üç farklı insanın türü bir arada ve birbiri ile mücadele içerisinde yaşıyor. Bu üç türden ilki Kocadiş’in de içinde bulunduğu tür, henüz ağaçlardan temelli kopamamış olsalar da kimilerinin mağaralarda yaşamaya başladığı ve nispetle daha dik yürüyebilen, kıllı bir ilkel insan türü olan; Halk.
İlk türden pek farkı olmayan fakat onlara göre daha ilkel özelliklere sahip daha kıllı yapı bir yapıda olan, ayakları daha çok ele benzer bir forma sahip ve sürekli ağaçta yaşayan tür olan; Ağaç İnsanları.
Son olarak ise bu iki türden daha gelişmiş düzeyde olan; Ateş İnsanları adı verilen türdü. İsminden de anlaşılacağı üzere bu tür ateşi kullanmayı, bunun yanı sıra ok ve yay kullanmayı ve avlanmayı da öğrenebilmiş türdü. Genel olarak bakıldığında kitapta bu üç türün arasında birbiriyle çokta uzak olmayan bir akrabalık olduğu vurgulanıyordu.
Macera, halk türünden olmasına rağmen hala ağaçlarda yaşayan Kocadiş’in babasını kaybetmesi ardından gelen üvey babası Çalçene ile de anlaşamaması ve evden atılması ile başlar. Kocadiş ağaç evinden ayrılıp tesadüfen yine kendi türünden olan ve mağaralarda yaşayan halkın bulunduğu ana barınağa gelir. Burada kendini kabul ettirmesi ilkin kolay olmayacaktı ama kısa sürede onun zararsız olduğu anlaşılıp, aralarına kabul edilmişti ve kendisi de onlara kolay uyum sağlamıştı. Kocadiş burada en yakın arkadaşı olan Sarkıkkulak ile tanışmış, orada beraber bir mağarayı paylaştıkları gibi geri kalan zamanlarını, maceralarını ve korkularını da paylaşacaklardı.
O zamanlarda halkın rasgele bir hayatı vardı. Mantıklı, aklını çalıştıran bireyler değillerdi. Diğer tür olan Ateş insanlarının bu türden üstün yanı da buydu. Ve ateş insanları bu güçleri doğrultusunda diğer türlerin soylarını tehlikeye atıyordu. Bu ikili mücadele halkı çeşitli zorluklara ve zorunlu mücadelelere itmişti. Fakat halkı korkutan tehlike bir değildi hem içeriden hem de dışarıdan sayısız tehlikelerle burun burunalardı. İşte kendi türünde, anlatıcıya göre evrimini henüz tamamlayamamış ve uzak atalarına çekmiş olan Kızılgöz de başlı başına bir tehlike idi onlar için. Kızılgöz, türünün en iri yapılısı ve karşısındakilere dehşet salacak ölçüde çirkindi. Eşlerini döverdi, herhangi bir kadının onunla yaşaması imkansızdı; fakat buna mecbur kalıyorlardı. Öldürdüğü eşlerinin yerine halktan gözüne kestirdiği dişiyi kendine eş olarak zorla alabiliyordu çünkü hiçbir erkek onun karşısına çıkabilecek kadar güçlü değildi. Ve henüz bir olup onu cezalandırmak için harekete geçemiyorlardı çünkü konuşmanın aracı olan sözcükler o çağda henüz icat edilmemişti ve ortak bir akılla hareket etmek imkansızdı…
Kocadiş’in bir diğer macera dolu yolculuğu yakın arkadaşı Sarkıkkulak ile oldu bu zoraki yolculuğa sebebiyet veren olay ise Kızılgöz’e yanlışlıkla zarar vermesi oldu. Ardından mağaralarını terk edip Kocadiş’in ilk evi olan ailesinin yakınlarındaki ağaçlardan birine yerleşmişlerdi. Bu sırada yeni biri ile tanışmıştı Kocadiş, bu tanıştığı dişi halkın dişilerinden farklıydı; daha yumuşak huylu, daha düzgün yapılıydı. En başından itibaren ondan hoşlanmıştı Kocadiş. Hareketleri dikkate değer ölçüde diğerlerinden hızlıydı, asla kavga etmez ve her zaman kaçıp giderdi, bu sebeple ona Tezcanlı ismini vermişti Kocadiş ve daha sonra hoşlandığı bu dişi ile evlenmişti.
O devirde halk, yaşlanacak kadar uzun süre yaşayamazdı. Orta yaşlılar bile azdı halkın arasında. Şiddet en sık rastlanan ölüm sebebiydi. Ve Kocadiş’in son macerasının sebebi ise ateş insanlarının halka olan şiddeti olmuştu. Ateş insanları ilkel dünyayı diğer türlere dar eden avcı hayvanların en korkuncuydu. Bir sabah mağaralarında habersiz yakalanmış ve mağaralarının önündeki açıklık alanı doldurmuştu Ateş İnsanı. Her bir halk bireyi içgüdüsel olarak onlarla mücadele etmeye çalışıyor, topladıkları taşların onlara atıyor, oklarla karşılık buluyordular ve derken can alıcı son, halkın korktuğu canavar; Ateşle karşılık buldular. Dumandan etkilenen halk bir bir mağaralarından çıkıyor ve okların hedefi olup öldürülüyordu. Ve derken bu katliamdan sonunun görülmediği korku dolu bir kaçış başladı…
Anlatıcının zihninde net bir bilgi yoktu bu son evreye dair ve hatıraları bu noktada sona eriyordu, kendisi ve eşi Tezcanlı ile toplam on kişi bir zorlu macerayı tamamlamış ve kurtulmuştu; fakat geldikleri bu nokta ve yiyeceklerindeki bu radikal değişim iyi gelmemişti onlara ve sonra bir gün yine Ateş insanları tekrar karşılarına çıkmıştı…
Zeynep Kılıç
[1] Dünyada yaklaşık 780 bin yıl önce ila 126 bin yıl önce yaşanmış bir jeolojik bir çağ.