Kahire Nasıl Gezilir ?

Önce ibret sonra ibadet diyerek 2017 yılının bir Şubat günü çıktık yola İstanbul’dan. İlk durağımız Mısır’ın başkenti Kahireydi. Havalimanında gezimiz sırasında bizlere eşlik edecek olan rehberimiz tarafından karşılandık. Günün sonuna doğru yaklaşmamız nedeniyle otobüsle yapacağımız şehir turunun ardından günü otelde tamamlamak üzere yola koyulduk. Bir yanda dünyanın yedi harikasından biri ve hala ayakta duran tek eseri piramitler, firavunlar ve çöl, diğer yanda sessiz sedasız akan Nil…Eski Mısır, Roma ve Osmanlı bir arada. Tapınak, sinagog, kilise ve camiler yan yana. Bereketli hilalin gizemli şehri, Nil’in incisi ve medeniyet tarihinin unutulmaz karakteri Kahire. Kahire’yi görmeyen dünyayı görmüş sayılmaz der Bin bir gece masallarında…Evliya Çelebi Seyahatnâme’nin 10. kitabında Mısır’dan şöyle bahsediyor; ‘Yunan dilinde Makdoniyye, İbri dilinde Jarbint dediler. Arapçada Kahire-i Muizziyye dediler, eski Mısır Ümmü Dünya’nın özellikleri. Nice yüz bin kitaplarda ve nice bin güvenilir kitaplarda mamur ve şenlikli olduğu yazılır. Ancak bu, hakirin gördüğü mahallelerdeki mamurluğu ve canlılığı bildirir’ der. Gerek tarihi gerekse tarihini meydana getiren medeniyetlerin birer mirası olan, hakkında ciltlerce sayfa yazı kaleme alınmış bu kadim şehirdeki eserlerden, yaklaşık üç gün boyunca heybemize düşenleri fazla detaylarda boğulmadan anlatmaya çalışacağız.

Her geziden önce yapılması gerekenlerden biri de gidilecek yer hakkında bilgi edinmek ve fikir sahibi olmak adına okuma yapmaktır. Kahire’ye de, şehrin akıbetini okuyarak gelmişseniz eğer, bu muazzam şehirdeki tarihsel süreklilik ve hareket karşısında etkilenmemeniz imkânsız. Biz de seyahat öncesi yaptığımız araştırmalardan Kahire içi ulaşımın yoğun ve kaotik bir yapıya sahip olduğunu biliyor ve yolculuğumuzun bundan dolayı nasıl ilerleyeceğini merak ediyorduk. İlk olarak bizleri şehrin şeritsiz ve trafik ışıksız caddeleri karşıladı. Bu eksikliklerin bir bölgenin trafiğini nasıl felç ettiğine şahit olduk. Farklı renklerde, hasarlı, kapısız hatta hurda diyebileceğimiz araçların hep birlikte çıkardıkları korna sesleri altında otelimize doğru ilerliyorduk. Yağmurun yılda birkaç kez yağdığı, maddi sıkıntıların ciddi boyutlara ulaştığı ve yoğun şekilde göç alan 20 milyonluk (çoğu zaman bu sayının bir hayli üstüne çıktığı söyleniyor) bir metropolün tahmin ettiğiniz üzere temizlik vb. konularda istediğimiz şartları sağlamamasını normal karşıladık. Çevredeki boyasız hatta sıvasız evlerin çokluğu gerçekten şaşırtıcıydı. Kurşun izlerini sergileyen binaların önünden geçerken gerek tarihte gerekse yakın geçmişte Arap Baharı ile bu toprakların insanlarının mücadelelerine ve verdikleri kavgalara şahit olma hissine kapılmıştık. Rehberimiz tarafından ülkenin siyaseti ile alakalı ve seçilmiş cumhurbaşkanı yönetimine dair cümleleri, doğruluğuna inanmadığım için burada zikretme gereği duymuyorum. Yine art niyetli ve bizlere karşı tahrikkâr tavır takındığını düşündüğüm rehberimiz hanımefendinin dil yetkinliğinden dolayı ülkemizle olan diplomatik toplantılara katıldığını duyduğumda yaşadığım şaşkınlıkla birlikte otele varmıştık. Zengin bir yapıya sahip olduğunu bildiğimiz Mısır mutfağının bize sunacağı lezzetleri merak etmiyor değildik. Tarihsel olarak fetih ve işgaller etkisiyle farklı kültürlerle etkileşim halinde kalan ve ülkeyi bir baştan diğer başa kateden Nil Nehri’nin bereketi ile oldukça çeşitli bir mutfak kültürüne sahip olan Mısır, genel itibariyle Türk mutfağıyla benzerlikleri mevcut olsa da, ağır baharatları ve yağları ile değişik lezzette yemek çeşitleri sunuyordu. Bu çeşitlilik içerisinde baharat ve yağlı yemeklerden yana yüzümüz gülmediği için patates, yoğurt, peynir ve meyveler imdadımıza yetişmişti. 

Yoğun, yorucu ve bir o kadar da etkileyici geçecek olan bir Cuma sabahına uyanmıştık. İlk durağımız Kahire’deki kadim Türk mirası olan Tolunoğlu Ahmet Camisi’ydi. Tolunoğlu Ahmet Camisi, özgün minaresi ve yaklaşık 1140 yıldır süregelen ihtişamıyla dimdik ayakta duruyordu. Mısırda kurulan “ilk Türk devleti” olarak bilinen Tolunoğulları devletinin kurucusu Ahmet bin Tolun tarafından yaptırılan cami, Kahire’deki eski şehrin kuzeydoğusunda bulunmaktadır. Türklerin Mısır’a bıraktığı en önemli kültürel miraslardan biri olarak değerlendirilen Tolunoğlu Ahmet Camisi, Türklerin Orta Asya mimarisinin bir yansıması olarak ele alınmaktadır. Tamamen tuğla kullanılarak inşa edilen külliye, cami, hastane, eczane ve iki hamamdan oluşmaktadır. Özellikle muhteşem bir mimariye sahip minaresinden sunduğu Kahire manzarası günümüzü aydınlatmıştı. Kahire halkı ile konuşma fırsatını ilk kez burada bulmuştuk. Türkiye’den geldiğimizi hemen anlıyor ve çok sıcak karşılıyorlardı. Bu her yerde hep böyle oldu. Türkiye’yi Ortadoğu kültürünün bir parçası ve bizleri kendilerinden birisi olarak görüyorlardı. Malum süreç nedeniyle yönetimler düzeyinde olmasa da halklar düzeyinde bir kültürel birliğin ve bağın olduğu aşikardı. Özellikle gittiğimiz her yerde 2002 Dünya Kupası’ndan kalma bir tanışıklıkla ‘Yavaş yavaş Hasan Şaş’ sözleriyle karşılanıyor böylece hem bizde hem karşı tarafta tatlı bir tebessüm hali vuku buluyordu. İlerleyen saatlerde bolca vakit geçirdiğimiz Han Halil çarşısında da esnafın ve halkın bu misafirperver davranışlarıyla fazlasıyla karşılaşmıştık. Bilindiği üzere Mısır. Kuzey Afrika çöl iklimi içerisinde yer alıyor ancak şubat ayında olmamız nedeniyle hava sıcaklıkları bize zorluk çıkarmayacak güzellikteydi ve programımızı fazlasıyla rahatlatıyordu.

Cuma namazı öncesi yine Kahire sokaklarında rehberimizden dinlediğimiz bilgiler eşliğinde, şehrin karmaşık trafiğinde ilerliyorduk. Kahire’nin El-Ezher Üniversitesi, Hüseyin Camisi ve Han Halil gibi tarihi yapılarının yer aldığı Derrase bölgesinin yanında yer alan El-Muiz Caddesi’nde otobüslerimizden ayrılarak, Kahire sokaklarında halkın arasında olmanın vermiş olduğu duyguyla şehri gezmeye devam ediyorduk. 1979 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan, Fatımiler dönemi Kahire’sinin merkezi konumundaki El-Muiz Caddesi, Emeviler, Memlüklüler ve Osmanlı döneminden kalma tarihi eserlere ev sahipliği yapıyor. Kubbeli camileri, eski ticaret merkezleri, medreseleri ve sebilleri ile kendimizi tam bir Türk kültür hazinesi içerisinde bulmuştuk. Büyük bir meydanın bitişiğinde tüm heybetiyle Hz. Hüseyin Camii tarafından karşılandık. Kadim bir Kahire camisi olan yapı 1154 yılında inşa edilmiş. Hz. Hüseyin’in Irak ve Suriye’de de türbeleri olduğu bilindiğinden buradaki türbe geçmişte biraz tartışma konusu olmuş. İbn Batuta da, Kerbelâ olayından sonra Hz. Hüseyin’in başının Suriye’deki

Ummayad Camii’nde olduğunu ancak sonradan Filistin’e gömüldüğü ve bir Fatımi yöneticisinin, Haçlı seferleri sırasında korumak için kesik başı mezardan çıkarıp Kahire’ye, bugünkü Hz. Hüseyin Camii’nin altına gömdüğünü anlatarak desteklemiştir. Cami önüne geldiğimizde cuma namazı için hazırlıklar çoktan başlamıştı. Cuma günleri dışında, sabah saatlerinden öğle vaktine kadar bu bölgede kalabalığın çok fazla olduğunu ancak cuma gününün tatil olması nedeniyle henüz fazla bir yoğunluk olmadığını öğrendik. Camii dışında yapılan hazırlıklar da yoğunluğun sinyalini zaten veriyordu. Cuma namazı öncesinde ve namaz sırasında başta bahsetmiş olduğumuz temizlik problemlerini fazlasıyla yaşamıştık. Özellikle camii içerisinin mevcut hijyen durumu bizleri fazlasıyla üzmüştü ama gerek dinlediğimiz muazzam güzellikteki aşr-ı şerifler gerekse arapça bilmememize rağmen hutbenin bizler üzerindeki tesiri bütün olumsuzlukları unutturmuştu.

Hanü’l Halili Çarşısı, günün ikinci yarısında ilk durağımızdı. Çarşının tarihi 1382 yılına, Memluk sultanı Berkuk dönemine kadar uzanıyormuş. Aynı zamanda çarşı Osmanlı döneminde Türk çarşısı olarak da bilinirmiş. Süs ve hediyelik eşya dükkanları, gümüş, bakır ve sedef ustalarından antikacılara, eski kitapçılardan seyyar gıda satıcılarına kadar birçok şeyin bulunduğu çarşıda alışveriş yaparken pazarlığı sıkı tutmak en önemli noktalardan biridir. Çarşı içerisinde birçok dükkanda satılan sabun tozu ve ürünleri ile baharat dükkanlarından yayılan koku, otantik çarşı mimarisi ile birleşince tarihe yolculuk hissine kapılmamak elde değildi. Aynı zamanda çarşı, Mısırlı yazar Necib Mahfuz’a Nobel ödülünü kazandıran Midak Sokağı romanının ünlü sokağını da içerisinde barındırmaktadır. Özellikle bu bölge başta olmak üzere Kahire’de Osmanlı döneminden kalma su sebillerine fazlaca şahit olduk. Çarşı içerisinde bulunan restoran ve kafelerde yöresel lezzetleri tatma fırsatı her sokakta neredeyse mevcut. Kahire içerisinde, Mısır insanını ve kültürünü tüm benliğiyle kendine has bir şekilde bize sunan Hanü’l Halil’in sokaklarında gezmeye devam ederken, yazımızın bu bölümünün de sonuna gelmiş olduk. Yazımıza önümüzdeki ay Nil’den piramitlere, papirüs kağıtlarından koku atölyelerine uzanan ikinci bölümüyle devam edeceğiz. Selametle…

Abdullah Sefa Çiydem