Bekirağa Bölüğü… Duyanınız var mı bilmem. İstanbul’un en meşhur tutukevlerinden biriydi. Aslında resmi adı “İstanbul Muhafızlığı Dairesi”[1] olan Bekirağa Bölüğü, ilk ve en gaddar kumandanlarından Bekir Ağa’nın adıyla anılmaktadır. Bekir Ağa, tecrübesi ile bilinen başarılarıyla binbaşılığa kadar terfi ettirilen “alaylı” bir subaydır. II. Abdulhamid döneminde Seraskeriye’ye bağlı olan İstanbul Muhafızlığı Dairesi’ne müdür ve kumandan olarak atanmıştı. Müdürlüğü döneminde işkenceleriyle ve birçok başına buyruk askeri burada ıslah etmesiyle bilinen Bekir Ağa burada nam salmıştır. Öyle ki devrin sadrazamları bile “ola ki bir gün zindana düşerim” kaygısıyla Bekir Ağa’ya saygı göstermiştir.
1912 yılında tutuklananlar arasında bulunan edebiyatçı ve vali Süleyman Nazif, Divan-ı Harbi Örfi kumandanına yazdığı özel mektupta tutukevinin durumundan bahsetmiştir:
“Sabahtan beri Allah’ın rahmeti addolunan yağmur, koğuşumuz içinde seller teşkil etmektedir. Şehremini, koleranın iştidad etmiş olduğunu bilbeyan beyanname-i resmi ile İstanbul halkına tavsiye-i ihtiyat ediyor. Dünyanın hiçbir tarafında kolera olmasa bizim koğuş, her tarafa kolera yetiştirecek kadar vesait-i intani camidir.”
Nem ve küften yaşanılmaz derecede dehşet saçan bit ve haşere dolu bu zindan, cumhuriyete kadar olan her devirde devrin siyasi ve askeri suçlularının atıldığı yer olmuştur. Siyasi ve askeri suçluların burada tevkif edilmesi[2] dikkatleri hep üstüne çekmiştir. II. Abdulhamid devrinde, Harp Akademisi’nden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olan Mustafa Kemal’in de bir süre burada tutulduğu söylenmektedir.[3] Hatta Mustafa Kemal’in bu zindanda neşet eden böbrek rahatsızlığını ömür boyu çektiği de rivayetler arasındadır. Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta tutuklanmasından şöyle bahsetmektedir:
“Abdulhamid devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım.”[4]
II. Meşrutiyet döneminde ise İstanbul Muhafızlığına Cemal Paşa getirilmiş ve genel af ilan edilmiştir. Böylece istibdat döneminde birçok siyasi mahkumun tutuklu olduğu bu zindan boşaltılmıştır. Ancak çok geçmeden bu sefer de İttihat ve Terakki muhaliflerinin tevkif edildiği yer olan zindanın vasfı değişmemiştir. İstanbul’un işgalinin ardından Mütareke döneminde ise zindanın verdiği dehşet doruk noktasına ulaşmıştır. İngiliz yönetiminin baskısıyla işkencelerin idamlara dönüştüğü yer olmuştur Bekirağa.
Kimler kalmamış ki Bekirağa’nın zindanlarında… Sadrazam Said Halim Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe, Ayan Meclisi Reisi Rıfat Bey, Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi Bey, Adliye Nazırı İbrahim Bey, Maarif Nazırı Şükrü Bey, mebuslardan Hüseyin Cahit, Hasan Fehmi, Emanuel Karasu, Celal Nuri, Yunus Nadi, Tevfik Rüştü, Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa[5], Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Ali Fethi (Okyar)…
Mütareke döneminde[6] Ali Fethi Bey’in Bekirağa’da kaldığı aylarda önemli olaylar meydana gelmiştir. Bunlardan biri Mustafa Kemal’in Bekirağa’ya uğrayıp tutuklu olan arkadaşlarıyla görüş alışverişi yaptıktan sonra milli mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a hareket etmesidir. Diğer önemli olay ise Boğazlıyan Kaymakamı Ali Kemal’in idamı[7] ile ilgilidir.
Başlarda Seraskeriye’ye sonraki adıyla Harbiye Nezareti’ne bağlı olan, nicelerinin etini kırbaç altında çürüten, işkencelerin ah ve vah sesiyle duvarları inleyen, kan ve gözyaşını küfler içinde barındıran bu tutukevinin akıbeti ne oldu? Cumhuriyetin ilanından sonra Harbiye Nezareti binasının İstanbul Üniversitesi’ne verilmesi üzerine Bekirağa Bölüğü de bir eğitim yuvasına dönüştü. Bina uzun süre İstanbul Tıp Fakültesi binası olarak hizmet verdi.
İstibdad, Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde türlü işkenceler ve zulümlerle adını duyuran Bekirağa Bölüğü’ndeki zulüm artık yerini eğitime bıraktı ve ülkeye nice hekimler yetiştirdi. Yetişen hekimlerden biri olan NOBEL Ödüllü Türk Bilim İnsanı Aziz Sancar, eğitim yuvasına dönerek güzelleşen bu binada lisans derslerini almıştır.
1979 yılında kurulan İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne verilen bina bugün halen daha Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak kullanılmaktadır. Hafızalardan artık Bekirağa korkusu, zindanın karanlığı silindi, yerini umutlara ve aydınlıklara bıraktı. Vali ve kaymakamların işkencelerine, idamlarına tanıklık eden bu bina 1979’dan bugüne kadar birçok kaymakam ve vali yetiştirdi.
Bugün mezun ve mensuplarının bulunduğu fakülte, dönüşümün önemli bir örneği olmuştur. “Haddini aşan her şey zıddına inkılab eder.”[8] Bekirağa da öyle oldu. Doruk noktasına ulaşan zulümlerden sonra yepyeni bir sayfa açıldı ve Bekirağa, mektebe dönüşmesiyle beraber binlerce genç yetiştirdi, yetiştirmeye de devam ediyor.
Bugün siyasi tarih dersleri verilen amfiler, Türk siyasal hayatının en önemli dönemlerine şahitlik etmiştir. Sabiha Sertel, bu çalkantılı dönemleri “Roman Gibi” eserinde adeta resmetmiştir.
“(…) Ertesi gün Zekeriya’dan imtiyazı bana devrettiğini bildiren belgeyi almak ve kendisini görmek üzere Bayazıt’ta Harbiye Bakanlığı’ndaki Bekirağa Bölüğü’ne gittim. İzin almak için birçok odaları dolaştıktan sonra koğuşa girdim. Burası boydan boya bir salondu. Çepeçevre karyolalarla çevrilmişti. Daha doğrusu burası bir koğuş değil bütün devirleri, bu devirlerin suçlularını ve masumlarını içine alan bir mahkeme salonu, bir siyaset meydanı idi. Maarif Nazırı Ubeydullah Efendi yatağının üzerine bağdaş kurmuş Kur’an okuyor, Ziya Gökalp etrafına toplanan bir gruba bir şeyler anlatıyordu, yanındakiler onu vecd ile dinliyorlardı.
Ağaoğlu Ahmet Bey yüksek sesle konuşuyor; Suç Türkçülerde, Turancılarda değil, bu milleti bir macera harbine sürükleyen Enver’lerde Talat’lardadır, diyordu. Bir başkası; Suç memleketi düşmanlara, İngilizlere Fransızlara satan Hürriyet ve İtilafçılardadır. İttihat ve Terakki hükümeti olmasaydı Türkiye daha Balkan Harbi’nde parçalanmış olacaktı, diyor.”
Sertel’in benzettiği üzere “bir mahkeme salonu, bir siyaset meydanı” olan Bekirağa’da hala daha o dönemin siyasi olayları ve tarihe iz bırakan meseleleri konuşulmaktadır. Ancak bu kez dönemin siyasi ve tarafgir atmosferinden uzak akademik bir muhakeme ile konuşulmakta, yarının gençleri yetişmekte…
Kürşat Mücahit Topcugil
Dipnotlar
[1] Henüz polis teşkilatının gelişmediği dönemde şehir emniyetini sağlamak adına Seraskeriye’ye bağlı olarak kurulan daire.
[2]Tevkif edilmek: tutuklanmak
[3]Nutuk ve Ali Fethi Bey’in anlatımı dikkate alınarak böyle bir iddia da bulunulmuştur. Tutuklandığı kesindir ancak yer olarak hapishane ismi geçmemekle birlikte tevkif edilmeden önce İstanbul’da bulunması dolayısıyla Bekirağa’da tutulduğu tahmin edilmektedir.
[4]Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, burada bir süre tutulduktan sonra Şam 5. Orduya sürgün gönderilmiştir.
[5]Kut’ül Amare Zaferi’nin komutanı Halil Kut Paşa
[6]Mütareke döneminde, İngilizlerin baskılarıyla birçok tutuklama yapılmıştır. Bu tutuklananlardan Ali Kemal Bey gibi idama mahkum edilenler olmuştur. Hatta bir süre sonra Bekirağa idaresi tamamen İngilizlerin elinde olmuştur.
[7]Ali Kemal Bey, İngilizlerin baskısıyla Ermeni Tehciri’nden yargılanmış, idam edileceği düşünülünce Fethi Beyler tarafından Bekirağa’dan kaçırılma planı yapılmış ancak vermiş olduğu savunmadan ötürü idam edilmeyeceği düşünüldüğü için kaçırılmamıştır. Savunmasına rağmen idam edilmiştir.
[8]Bu söz Gazali’nin ve Fuzuli’nin eserlerinde geçen bir sözdür. Arapça bir anonim olduğu söylenir.
Kaynakça:
Balkaya, İhsan Sabri, Ali Fethi Okyar’ın Bekirağa’dan Malta’ya Uzanan Hapis Hayatına Kendi Kaleminden ve Hatıralarından Bir Bakış, Atatürk Dergisi, Cilt 4, Sayı 3, 2005.
Kabacalı, Alpay, Hatıralar Cemal Paşa, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006, İstanbul.
Sertel, Sabiha, Roman Gibi, Belge Yayınları, 1987, Ankara.
Sorgun, Taylan, Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, Kum Saati Yayınları, 2003, İstanbul.Sürmeli, Serpil, Bekirağa Bölüğü’nden Malta Adası’na Ubeydullah Efendi’nin Anıları, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 17 Sayı 49, 2001.