Merhaba ben Abdulsamet Türkoğlu yanımda Amerika’da doğup büyüyen Musab Haymour var. Bu yazımızda; 18 yaşına kadar Amerika’da yaşadıktan sonra ailesi ile birlikte Türkiye’ye taşınan Musab ile birlikte Amerika’da Ramazanların nasıl geçtiğine dair gerçekleştirdiğimiz muhabbeti okuyacaksınız. Keyifli bir okuma olması dileğiyle;
Merhaba Musab bize biraz kendinden bahseder misin?
Herkese merhabalar ben Musab Haymour. Amerika Birleşik Devletleri’nin Arizona eyaletinde doğup büyüdüm ancak aslen Filistinliyim. Dedelerim zamanında ilk önce Filistin’den Ürdün’e göç etmişler daha sonra babam 17 yaşında iken üniversite eğitimi sebebiyle Amerika’ya gelmiş ve buraya yerleşmiş. Ben de bu hikayenin bir sonucu olarak Amerika’da doğmuşum.
Musab, Amerika’da nasıl bir hayata sahiptin?
Amerika’da tek katlı, bahçeli ve havuzlu bir evimiz vardı. Şu filmlerde görülen klasik Amerikan evlerinden birisinde yaşıyorduk yani. İlkokul ve liseyi devlet okullarında okudum. Devlet okulları Türkiye’de olduğu gibi Amerika’da da ücretsizdir ama burs bulamadığınız takdirde üniversitelerin hepsi ücretlidir. Lise hayatımda güreş ve basketbola meraklıydım. Okulumuzun kulüplerinde oynuyordum. Bunların haricinde işte sıradan bir Amerikalı Müslüman gençtim işte.
Sıradan bir Amerikalı Müslüman genç ne demek?
Amerika’daki Müslüman gençler, Amerikan toplumu arasında hassasiyet sahibi olan grubu temsil eder. Örneğin lise düzeyinde çok fazla parti, eğlence veya buluşma olurdu. Bu tarz ortamlarda içki ve uyuşturucu çok normal bir şeydir. Biz öyle bir ortama dahil olmaz kendimizi korurduk çok şükür. Ben mesela lise hayatımda hiç partiye gitmedim. Böyle davranmak bizi disiplinli bireyler kılıyordu.
Peki aile hayatın nasıldı?
Amerika’daki aile kavramı Türkiye’dekinden aşırı farklı. Türkiye’de aile üyeleri birbirine çok bağlı. Amerika’da ise bir çocuk 18 yaşına geldiyse ve anne babası için artık yararlı olmuyorsa evden ayrılması beklenir. Çok şükür biz Müslüman olmamız hasebiyle klasik bir Amerikan ailesi gibi değildik, ama Türk ailelere göre bir tık da daha rahat bir aile hayatımız vardı.
Bu kısa tanışmadan sonra Ramazan bahsine gelebiliriz, Ramazan’ın gelişini nasıl anlardınız?
Tabi ki de Ramazan hazırlıklarından. Ramazan yaklaşınca ailecek evimizin içini ve dışını süslerdik. Mescidi de yine tüm cami cemaati ile birlikte süslerdik. Gençler bu işlerin her safhasında yer alırlardı. Zaten maksat da sanırım bize Ramazan’ın gelişini hissettirmekti. Şimdi cami cemaati demişken, cemaat bizde çok önemlidir, herkes birbirini ailecek tanır. Yani cemaat bizim oralarda koca bir aile demektir. Bu durum Türkiye’deki camilerde yok maalesef. Ancak Amerika’da da Türkiye’de olduğu kadar mescidin olmadığını da belirtmek gerekir. Bizde -zaten az olduğu için- çevredeki tüm Müslüman ahali sürekli aynı mescidi kullanıyordu. Örneğin Arizona’da 3 veya 4 tane mescit vardı. Bize en yakın olanı araba ile yarım saat mesafede bir yerdeydi.
Ramazan’ın ilk gecesi ve ilk iftarı nasıl geçerdi?
Tüm cemaat mescitte toplanır ilk teravihi kılardık. Ramazan’ın geldiğini o an anlardık. Daha sonra gençler olarak sahura kadar birlikte eğlenir, ilk sahuru da mescitte birlikte yapardık. İlk iftar ise evde ailecek yapılırdı. Amerika’daki iftarlar için üzücü olan şey, orucu ezan sesi ile değil saate bakarak açmamızdı. Ezan sesini en çok Ramazan ayında özlerdim.
Daha sonra ailecek teravih için mescide giderdik. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk herkes gelirdi mescide. Mescitte çocuklar için eğlence odası vardı, büyükler teravih kılarken onlar da orada eğlenirdi. Cemaatteki kadın nüfusu genelde erkek nüfusundan daha fazla olurdu.
Teravih sonrasında bir aktivite veya bir eğlence gibi şeyler var mıydı kültürünüzde?
Ramazan’da olsa insanlar çalışmaya devam ettiği için teravih sonrası büyükler hemen eve dönüp uyurlardı. Gençler için ise gece yeni başlıyor denebilirdi. Çünkü teravih sonrası tüm gençler toplanır sahura kadar eğlenirdik. Bazen yüzmeye giderdik bazen de Amerikan futbolu oynardık. Mescidimizin karşısında bir kilise vardı ve kilise yönetimi basketbol sahasını Müslüman gençler olarak kullanmamıza izin verirlerdi. Sahura kadar basketbol oynar, sahuru da sipariş ettiğimiz pizzalarla yapardık. Bu şekilde geçen geceler benim en sevdiğim geceler olurdu açıkçası. Ama sabah erkenden kalkıp okula da giderdik tabi.
Okula devam ediyordunuz demek. Sınıfındaki gayrimüslim arkadaşlarının oruç tutmana tepkisi nasıl olurdu?
Gün içerisinde hiçbir şey yemememe şaşırıyorlardı tabi. Ne yaptığımı soruyorlardı merakla. Ben de onlara Ramazan’ı anlatıyordum. Bazı Hristiyan arkadaşlarımın da oruca benzer bir ibadetleri vardı, o yüzden anlayış gösteriyorlardı. Hatta sınıftaki arkadaşlarım, özellikle Hristiyan kızlar, azınlık olan bana destek olmak için birkaç gün benimle birlikte oruç tutuyorlardı. Sağ olsunlar arkadaşlarım iyi insanlardı.
İftarda ve sahurda neler yerdiniz?
Şöyle ki, mescide gelen insanların hepsi çok farklı coğrafyaların insanlarıydı. Bizim mescidimizde Afrika ülkelerinden insanlar vardı, Araplar vardı, Malezya taraflarından gelenler vardı, Pakistan-Hindistan bölgesinden gelen insanlar vardı. Karışıktık yani. Ama tek bir cemaattik hamdolsun. Dolayısıyla yemeklerde çok çeşitli olurdu. Genellikle her iftarı 1-2 aile birlikte üstelenirdi. O akşam o aileler ne yemek pişirmişlerse iftara da onu yerdik. Ramazan ayında bambaşka lezzetleri tadıyorduk böylelikle.
Biz kendi evimizde ise genelde Filistin mutfağına özgü yemekler yerdik. İftar vakti girince bir kâse çorba içer, birkaç hurma yer daha sonra ise akşam namazını kılardık. Namazdan sonra da ana yemeği yerdik. Annemin en sevdiğim Ramazan yemekleri ”Sumaghiyyeh, Maklube ve Samosa” idi. İftarda burger yemeyi de çok severdik tabi.
Sahurda da kahvaltı yapmaz yine normal yemekler yerdik. ”Şavurma, Felafel, Samosa ve Humus” gibi kültürel yemekler yenirdi. Pizzayı da unutmamak lazım tabi. Biz sahurda pizza yemeyi çok severdik.
Musab, iki yıldan beri Türkiye’de yaşıyorsun, burada da iki kez Ramazan geçirme fırsatın oldu. Amerika’daki Ramazanlar mı yoksa Türkiye’deki Ramazanlar mı?
Türkiye derdim. Şehir seçme şansımız da varsa İstanbul derim kesinlikle. Birçok sebep söyleyebilirim tabi ama yalnızca bir tane söyleyeceğim; Müslüman bir ülke olmamız ve ezanı her yerden duyabiliyor olmamız. Tüm hayatım boyunca sokaklarda ezan sesini duymadım. Şimdi burada yaşıyorum ve her yerde günde beş kez ezan okunuyor. Bunun bende bıraktığı manevi haz çok yüksek. İstanbul zaten başlı başına bir sebep Ramazan’ı burada geçirmek için. Ayrıca burada içerisinde bulunduğum vakıf ortamının ve arkadaşlarımın da bu seçimde etkisinin yüksek olduğunu belirtmem gerekir sanırım.
Amerika’daki Ramazan yemekleri mi yoksa Türkiye’deki Ramazan yemekleri mi?
Türk arkadaşlarım bana kızacak ama; Amerika’daki Ramazan yemekleri derim. Amerika’daki burgerları ve atıştırmalıkları çok özlüyorum. Bana bir Ramazan ütopyası kur deseler İstanbul’da Amerikan yemekleri ile geçirdiğim bir Ramazan ayı hayal ederdim herhalde. Efsane olurdu efsane.
Peki son olarak, Amerika’daki mescitler mi yoksa Türkiye’deki camiler mi?
Kesinlikle Türkiye’deki camiler. Evet Amerika’daki mescit kavramı Türkiye’dekinden daha farklı ve mescitler orada çok daha kullanışlı. Ama İstanbul’da yaklaşık 600-700 yıl önce yapılmış bir camide namaz kılmanın verdiği manevi hazzı da Amerika’daki 20 yıllık mescit vermiyor maalesef. O yüzden ben İstanbul’daki camiler demek istiyorum.
Bu keyifli röportaj için teşekkür ederiz Musab. Yakın zamanda ‘Amerika’daki bayram kültürünüz’ üzerine yapacağımız yeni röportaj için ben şimdiden heyecanlandım. Okuyuculara son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?
Benim için de çok keyifli bir muhabbet oldu. Sorulara cevap verdikçe geçmiş yıllarımı hatırladım. Bu keyifli röportaj için Sanal Mecmua’ya teşekkür ediyorum. Herkese de hayırlı Ramazanlar diliyorum.
Konuşmacı: Musab Haymour
Röportaj: Abdulsamet Türkoğlu