Kubbe, yarım küre şeklindeki yapılarda üst örtü olarak kullanılan mimari bir öğedir. Çok büyük açıklıkları geçmekte güzel bir yöntem olarak kubbe, esnek yapısı üzerine alacağı örtüler ile de büyük bir ilgi odağı haline gelmiştir. Zamanla şekli, yapısı, dayanağı ve tabi ki örtüsü ile yeni bir çığır açmış ve insanlar tarafından bu etkileyici yapı kullanılmaya özen gösterilmiştir.
Zamanla ahşap, tuğla veya taştan oluşturulan kubbeler önceleri yerde yapılır yapıya eklenirdi. Daha sonraları kubbe boyutlarındaki büyüme, doğru orantılı olarak yapım yerini de değiştirmiştir. Bu büyüme yük olarak geldiğinde önceleri kubbe içinde bir takım oymalar kullanılmış ve yapı hafifletilmiştir. Bu oymalar zamanla kubbe pencereleri ile yarıklara eşlik etmeye başlamış kubbe giderek hafifletilmiştir. Fil ayakları ve sütunlar ile yük taşınımı sistematik bir hal almıştır.
Önceleri İran mimarisinde sürekli kullanılan kubbe, şu anki halinden biraz farklı bir biçimle kusursuz bir yarım küreden daha uzak, kısmen ucu sivri kenarlarındaki bombeler dışa çıkarılmış daireden uzaklaşıp elipstik bir form içerisinde olup alt kısımlardan bir silindir ile ilişkilendirilmiş bir şekle sahiptir. Daha sonra Bizans mimarisine katılan bu açıklık, estetik ve akustik öğe onu daha tercih edilebilir hale getirmiştir.
Bizans mimarisine katılan ve zamanla kusursuzun arayışı ile tam bir yarım daire formuyla bir külah gibi oturtulmuştur. Bu tür yapılar yaygınlaştıkça kubbenin boyutu ve dayanımı da ciddi bir sorun haline gelmiştir.
Kubbe yapmak artık bir medeniyet vesikası haline gelmiş. Bunu da dünyanın orijininde bulunan Osmanlı getirmişti. Avrupa bu konuda Ayasofya övüncü ile yetinse de Osmanlı yetinebileceği bir mimari mirastan çok uzaktı. Belki de kubbenin o zaman gündemde tutulması yerinde kokuşan bir medeniyet kuklası olmaktan uzak durmak için gündemde tutulan bir mimari araçtı. Ama her ne olursa olsun medeniyet yarışında eline imkânlar sunulunca neler yapılabileceğini gösteren Mimar Sinan; bir deneme olarak Şehzadebaşı Camii’ni, daha sonra bir kıvam metodu olarak ele alacağı Süleymaniye’yi ve en sonunda, benzerini yapmak üzere Michelangelo’nun hayatına mal olan Selimiye ile çıtayı, modern mimariye değin, en zirvede tutmayı başarmıştır.
Günümüzde artık bir medeniyet sembolü olmaktan uzak olan kubbe tasarımları devasa boyutlara ulaşmış olsa da kimsenin gündemini meşgul etmemektedir. Bir takım nostalji hastaları dışında kubbe, tarihin derin yalnızlığındaki yerini korumayla mücadele etmektedir. Peki mesele…
Kubbe miydi?
Osmanlı mıydı?
Medeniyet miydi?
Aslında mesele bir kubbe denilen örtüyü tasarlamaktı belki…
Osmanlı için bir mihenk merkezi olmaktı belki…
O gün medeniyet tasviriydi belki de…
Ancak unutulmaz bir serüven ile hepsinden birer hikâye parçası edindi. Kendi hikâyesini yazana değin bir yoldaşlıktı aralarında.
Kubbe benim için ilk çocukluğumda azametin bir göstergesiydi. Yüce olmanın, güçlü olmanın bir göstergesiydi. Gözlerimin uzun uzun takılı kaldığı bir gökyüzüydü. Uzun uzun izleyip oradaki objeler arasında hayaller kuruluyordu kendi kendine…
Davut Ufuk Erdoğan