El Hamra Sarayını konu alan bu yazımda sizleri Endülüs medeniyetine götürmek ve hala ihtişamını koruyan bu sarayda gezintiye çıkarmak istiyorum. Belki bu yazıyı okuduktan sonra o toprakları ve El Hamra başta olmak üzere diğer mimarileri de görmek için bedenen gitmeye niyetlenirsiniz. Avrupa’nın karanlık gökyüzünde adeta parlak bir yıldız olan Endülüs medeniyeti, kendine hayran bırakan mimariye sahiptir. Tüm parçalarıyla günümüze ulaşmasa da hala ihtişamlı, göz kamaştıran El Hamra Sarayı diğer bir deyişle Kızıl Saray, bu mimarinin en güzel örneklerindendir. Yalnızca İslam medeniyeti için değil, günümüz İspanya’sı için de önemli bir yere sahip olan bu saray milli anıtlar statüsündedir. Bu saray, Nasrîler Devleti’nin (1232) kurucusu olan Galib-Billah Muhammed b. Yusuf’un verdiği emirle o zamanlar devletin başkenti olan Granada’da yapılmaya başlanmıştır. Saray şehre hâkim bir tepede olup su kaynaklarına uzaktır. Bu nedenle mühendisler şehirden geçen Darro Nehri’ne baraj inşa etmişlerdir. Nehirden su kanalları ile taşınan su; saraya canlılık katmıştır. Su hem yaşamın idamesini sağlamış hem de saraya estetik kazandırmıştır.
El Hamra Sarayı 3 ana bölümden oluşur. Bu bölümlerin ilki Alcazaba diye adlandırılır ve seçkin askerlerden oluşan birliklerin kaldığı hisardır. İkinci bölüm, sultan ve ailesinin konakladığı Nasrid Sarayıdır. Son bölüm ise Medine olarak adlandırılır ve bu konaklama alanında saray görevlileri, idari yetkililer ve zanaatkarlar kalır. Bir gün yolunuz İspanya’ya düşer ve El Hamra’yı da gezmek isterseniz bilet almayı geciktirmemelisiniz. Biletleri bir ay öncesinden almanız tavsiye edilir, daha sonra bilet bulamayabilirsiniz. Sarayı gezerken en çok vakit harcanılan yer Nasrid Sarayı bölümüdür. Bu nedenle burayı görmeden gitmemek için zamanınızı iyi yönetmelisiniz. İlk bu bölümü gezebilirsiniz. Sarayın girişinde uzun bir ziyaretçi sırası olmaktadır ve saatinizi geçirirseniz içeri alınmazsınız. Bu nedenle bilet saatinizden yaklaşık bir saat önce orda olun derim. Şimdi gelelim Nasrid Sarayı’ndaki su motifiyle süslenmiş üç büyük avluya. En meşhurundan başlıyorum: Aslanlar Avlusu (Patio de Los Leones). Bu avlunun ortasında mermerden yapılma 12 tane aslan ve sırtlarında taşıdıkları havuz bulunur. Su bu havuzun fıskiyesinden akar ve bahçenin dört bir yanına kanallarla dağılır. Havuzun üzeri şiirlerle işlenmiştir. Bu avluda dikkat çeken diğer bir noktaysa 124 adet ince kesitli mermer sütunun yer almasıdır. İki Kızkardeş Salonu, Krallar Salonu ve İbn-i Sarrac Divanhanesi bu avluya açılan mekanlardır.
Bahsetmek istediğim ikinci avluya geçelim. Adını havuzun her iki yanında bulunan mersin çitlerinden almış Mersinli Avlu, sarayın en büyük su yüzeyine sahiptir. Bu avluda müthiş bir yansıma vardır. Koyduğum fotoğraflara baktığınızda ne dediğimi anlayacaksınız.
Mersinli avlunun göz kamaştıran manzarasının ardından Elçiler Salonu’nu gördüğünüzde yok artık diyeceksiniz. O kadar göze hitap eden ve baş döndüren bir estetiğe sahip ki gidip bizzat görmek gerekiyor. Bu salonda sultanlar yabancı elçileri ağırlıyormuş. Haliyle oldukça süslü, gösterişli bir salon burası. Dışarıdan bakıldığında kuleye benzeyen bu salonun kubbesi sedir ağacından yapılmış. Kubbede bal peteğine benzer süslemeler ve mukarnaslar yer almakta. Bu kubbenin ilhamını Mülk suresi 3. Ayetten aldığı söyleniyor. “O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?” Bu ayetle bağdaştırınca kubbe bana daha bir güzel ve anlamalı geldi. Ayrıca salonun duvarlarında “ve lâ galibe illallah” yani Allah’tan başka galip yoktur anlamına gelen hüsnühatlar yer alıyor. Elçiler Salonu’nun dokuz büyük penceresi olduğunu da söylemeden geçmeyeceğim çünkü günün farklı saatlerinde çeşitli ışık oyunları olur bu pencerelerden. Bu da gösteriyor ki El Hamra’ya bir kere gitmek yetmez.
Son bir avludan daha bahsedeceğim. Aslında bu avlu mimari olarak Mersinli Avluya benzemekte. Nasrid Saraylarının kadınlara özel dinlenme alanlarından oluşan Partal Sarayı mevcutmuş. Bu sarayın bahçesine Partal Avlusu denmekte. Günümüze yalnızca havuz, küçük mescid ve avlunun doğu cephesindeki küçük yapı ulaşmış. Avluda durgun su ile mersin çalıları kullanılmış.
Düşsel gezinin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Sarayın bazı bölümlerine değinemedim. İnşallah yerinde görmek nasip olur diyelim. 9.yy.ın Avrupa’sında İslam’ın yaşandığı tek yer olan El Hamra Sarayı, konum bakımından yaşama pek elverişli olmayan bir yerde adeta cennet gibidir. Suyun kanallara saraya taşınmış olması ve avlulardaki eşsiz su yansımaları da dönemin mühendisliğini göstermektedir. Okunan bunca bilgi görülen bunca fotoğraf sonrasında El Hamra Sarayı gidilecekler listesinde başı çekiyor olmalı.
Tuba Soğukpınar