Ikıru / Yaşamak

‘Hayat kısa’ ama biz yine de çok meşgulüz. Yaşamak ise geçiştirdiğimiz, ötelediğimiz ya da belki sıkış tepiş bir otobüste okuduğumuz kitap gibi bir şey. Yaşamayı bilen ve canı gönülden yaşayanlarımızı hariç tutarak soruyorum: “Oh be bugün de dibine kadar yaşadım!” diyebiliyor muyuz gerçekten? Gözlemlediğim kadarıyla insanların geneli için böyle bir cümle kurmak pek de mümkün değil. Çünkü insanlar yetişmek için sürekli bir yerlere koşuyor. Yüzlerinde ise hep aynı ifade var. Boş ve umutsuz. Ya eve ekmek götürmenin kaygısı sarmış ya da şu okulu bir bitireyim derdi. Yani birçoğu içinde bulundukları olayların sona ermesini bekliyor. Düzelmek iyileşmek ya da mutlu olmak için(!) Madem durum bu, peki bir insanın cidden ‘yaşaması’ için ne gerekir? Elbette bu sorunun cevabı kişiden kişiye göre değişebilir. Yedi Samuray-Kanlı Pirinç’in de yönetmenliğini yaptığı Akira Kurosawa, Ikiru filminde bu düşündürücü sorunun cevabını aramaktadır. 

Yukarıda gördüğümüz baş karakterimiz Kanji Watanabe’nin -aynı zamanda içinde bulunduğumuz meşguliyeti yansıtan- işyeridir. Kanji burada 30 yılı aşkın bir süredir memurluk yapmaktadır. Öyle ki ofiste önüne gelen kâğıtlara damga basarak geçirdiği günlerin diğer günlerden hiçbir farkı yoktur. Fakat bir gün, gittiği doktorun ona hiç beklemediği bir haber vermesiyle durum değişir. Bu haber Watanabe’nin hayatı için dönüm noktası olacaktır. Çünkü kanserdir ve ancak bir yıl ömrü kalmıştır. Film drama türünde olduğu için böyle bir senaryo size klişe gelebilir. Fakat şöyle bir durup düşündüğümüzde sonsuz bir ömre sahipmişiz gibi yaşıyoruz ve bir gün ölebileceğimiz aklımızın ucundan bile geçmiyor. Ne vakit ölüm yakınımıza uğrar, ancak o zaman ölümün soğuk nefesini ensemizde hissederiz. Fakat sonra yine nefes almaya devam ederiz! Kendiniz Kanji’nin yerine koyun, bir senelik ömrünüz kalmış. Ne yapardınız? 

ikiru-2

Eminim bir çoğumuzun yüzü Watanabe’nin yüzündeki gibi bir ifade alırdı. Hele ki yaşınız ileriye gitmişse, ardınızda güzel izler bırakamamışsanız, paranız birikmiş ama yiyememişseniz, dahası sevmemiş sevilmemiş birinin gönlüne dokunmamışsanız… Gerçekten boşa sarfedilmiş bir ömür… Watanabe bu kara haberi duyduktan sonra hayatın, hayatı yaşamanın farkına varmaya başlamıştır. Farkına vardığı başka bir gerçeklik ise sırf oğlu daha iyi bir yaşam sürsün diye bunca yıldır memur olarak çalışmasıdır. Fakat geriye dönüp baktığında çocuğuna para sevgisinden başka bir sevgi vermemiştir. Bu da ona yaşama amacının aslında boş bir uğraş olduğunu farkettirmiştir. Sonrasında ise parasının tümünü çekip kendini gece hayatına, pahalı sakelere, kumarhaneye ve dans kulübüne atmıştır. Elbette yaşama arzusunu bu gibi geçici dünyevi zevklerle tatmin edememiştir. Hepimiz yaşamın içindeyiz ve haliyle  sadece nefes tüketmeyle geçen yaşamlara şahit oluyoruz. Bunu ya kendi hayatımızda ya da en yakınlarımızın hayatlarında gözlemleyebiliyoruz. Demek ki yaşamak sadece gülüp eğlenmek, har vurup harman savurmak değil. İnsan bunu geç de olsa anlıyor. Aynı şekilde ucu kimseye dokunmayan renksiz bir hayatın yaşamak olmadığını da…

Watanabe’nin yaşadığı buhranlar filmin başından sonuna kadar kendi hayatımı sorgulamama neden oldu. Özellikle buhranlı bir zamanınızda bu filmi tek başınıza izlemenizi tavsiye ederim. Çünkü film, insanı kafasında dönüp duran birçok meseleden bir süreliğine de olsa sıyrılmasını sağlıyor… Bizi meşgul eden  her ne varsa bırakıp kafamızı kaldırarak gökyüzünün renklerine bakmaya ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. Bununla birlikte filmin süresi 2.5  saate yakın ve ara sahnelerdeki olaylar yavaş akıyor. Çok uzun diyaloglara yer verilmese de film boyunca karaktelerin içinde bulundukları durumun insana tesir ettiğini söyleyebilirim. Tam da bu noktada Akira Kurosawa (yönetmen)’nın ve Takashi Shimura(başrol)’nın iyi bir iş çıkardığını söylemek mümkün. Filmin siyah beyaz çekilmiş olması, filmde asıl anlatılmak istenen mesajı perdelemiyor. Filmin yayınlandığı 1952 yılında Japonya’nın Amerikan işgalinde olduğunu göz önünde bulundurmak da filme bakış açınızı değiştirebilir. Imdb puanı 8.3/10 olan bu filmde yaşama konusunun yanı sıra ölüme, sosyal yozlaşmaya ve bürokrasinin hantallığına da dikkat çekilmektedir.

Son niyetine;

ikiru-1

Hayat kısa, 

aşık olun bakireler 

dudaklarınızın allığı solup gitmeden önce 

içinizdeki arzu dalgaları durulmadan önce 

yarını bilmeyen insanlar için…

‘Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız’ demişti bir üstad. Hayatın kısa olduğu idrakinde olmayı ve sonsuz meşguliyetler silsilesinden kendimizi sıyırmayı umut ediyorum. Yaşamanın güzel olduğunu ve bitecek olsa bile hala devam ettiğini biliyorum. Yaşamanın hakkını verebilmiş olmamızı diliyorum.”

Filmden kısa bir kesit için: https://www.youtube.com/watch?v=umLtGRl_WE4

Merve Yılmaz