Türkiye’nin birbirinden ayrı huyları olan ikiz çocuğudur İstanbul. Birisi Anadolu diğeri ise Avrupa Yakasıdır. Anadolu Yakası naiftir, sakin ve sevecendir, Avrupa ise bunun tam tersi; hırçın ve asidir. Bu huylar orada yaşayan insanlara da yansımıştır ama asıl ilginç olanı kendi içlerindeki semtlerin hikâyeleridir. Kimisi Bizans zamanından kimisi ise daha yakın tarihlere sahiptir. Tarih boyunca şarkılara, şiirlere ve romanlara konu olan İstanbul; kuruluşu ve ismiyle ilgili kaynaklarda yer alan efsaneler, İstanbul’un toplum ve kültürler üzerindeki ehemmiyetinin küçük bir yansıması olarak kabul edilebilir. Doğu’nun ve Batı’nın buluşma noktası olan İstanbul’un her semti ve sokağı bizi farklı kültürlerin hikâyelerine ve tarihine götürür. Parçası olduğumuz, adım adım gezdiğimiz İstanbul’un mahalle ve semtlerinin hikâyelerini okuyalım ama önce İstanbul’un kendisini, naif ve sevecen çocuğumuz Anadolu Yakasının semtlerinin hikâyelerini tanıyalım.

İstanbul’un Yunan kolonisi olarak kuruluşu MÖ 659 yılına tarihlenir. Şehir, Megara Kralı Byzas tarafından günümüz Sarayburnu yakınlarında kurulur. Tarım ve deniz ticaretiyle uğraşan Megaralılar, liman kenti olan İstanbul’da kısa sürede zenginleşerek çok önemli bir ticaret ağına sahip olurlar. İstanbul’un ticaret ve tarımda ki öneminin diğer medeniyetlerin dikkatini çekmesi, tarih boyunca mütemadiyen işgal edilmesine neden olur. Farklı kültürlerin İstanbul’da uzun ya da kısa süreli olarak İstanbul’da yaşamaları İstanbul’un günümüzde ki zengin kültürel mozaiğinin oluşmasına ciddi katkı sağlar. Bu zenginlik bazen bir anıt, bazen bir sokak, bazense bir mahalle olarak karşımıza çıkar.
Önünden defalarca geçtiğimiz, belki de bir parçası olduğumuz İstanbul’un mahallelerine verilen isimler aslında o bölgenin zamanında kimlere ait olduğunu, yaşanmışlıklarını yansıtır. Osmanlı ve Bizans gibi din, dil ve millet açısından birbirinin tam tersi olan iki devlete başkentlik yapan; bununla birlikte sayısız işgallerle farklı milletlerin izlerini barından İstanbul’un sadece anıtları, müzeleri değil sokakları bile bizi bazen Ortodoksların mabetlerine bazense Mimar Sinan’ın eserlerine çıkartır. Bu yazımızda her adımı sürprizlerle dolu İstanbul’un mahalle isimlerinin ardına saklanmış tarihleri ortaya çıkarırken İstanbul’un kültürel ehemmiyetini tekrardan hatırlamış oluruz.
Kadıköy
Kadıköy’ün tarihteki bilinen ilk ismi Khalkedon’dur. Khalkedon, Fenike dilinde şehir manasına gelen Karkidon’dan gelir. İstanbul’un fethedilmesiyle birlikte Kadıköy, devlet ricalinde memurlara iskan edilmek üzere verilir. Kadıköy ismi de tam olarak buradan gelir. Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde Kadıköy bölgesine ilk kez atanan Kadı Celalzade Hızır Bey’den ismini aldığı rivayet edilse de Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde, Seyit Battal Gazi’nin Kadıköy’de yaşaması münasebetiyle Kadıköy bölgesine Gazi Köyü denmiş, bu isim zamanla Kadıköy ismini aldığı yönünde aktarır.
Delhi Kahini, Kadıköylüler için “Körler ülkesi” dese de Evliya Çelebi bu yakıştırmayı “Sarayburnu’nu karşılarına alarak aslında zevk sahibi insanlardır.” diye yorumlar. Kadıköy, geçmişte sahip olduğu temiz ve ferah havası sayesinde hastaların şifa bulmak için geldikleri belde olarak karşımıza çıkar.

Kadıköy’ün semtleri ve mahalleri İstanbul’un geçmişe ışık tutan ayrı bir tarih konusudur. Her mahallenin isimi nerden ve nasıl geldiği incelendiğinde sürprizlerle dolu hikâyeler karşımıza çıkar. Kadıköy’ün mahalle ve semtlerinin küçük bir incelemesi…
Yeldeğirmeni Mahallesi
Osmanlı Dönemi’nin Kadıköy’ü şehrin (tarihi yarımada) dışında kaldığından daha çok atıl kalmış bir bölgedir. Bugün Yel Değirmeni diye andığımız bölge de Osmanlı zamanında yer alan yel değirmenlerinden alır. Müslüman ve Yahudi halkın burada birlikte yaşadığı, zamanında bir mescit bir de Yahudi maşatlığı olduğu da kaynaklarda karşımıza çıkar.
Osmanağa Mahallesi
İstanbul’un fethedilmesiyle birlikte genellikle devlet ricaline işlemesi ve konaklaması için verilen Kadıköy, mahalle isimlerinde bu bilginin doğruluğunu görebilmekteyiz. I. Ahmet’in Babüssaade Ağalarından olan Osman Ağa, Kadıköy’de bugün iskele yakınlarında yer alan camiyi yaptırır. Cami etrafından mahalle kurulmasıyla bu bölge Osman- ağa Mahallesi olarak anılmaya başlar.
Haydarpaşa
Tarihi Haydarpaşa Mahallesinin ismini nereden aldığı farklı kaynaklarda III. Selim’in vezirlerinden olan Haydar Paşa’dan aldığını aktarsada bunun yanlış olduğu, I. Selim ve I. Süleyman zamanlarında vezirlik yapmış olan Haydar Paşa’dan aldığı söylenir. Haydar Paşa’nın Kadıköy’de yaptırdığı dillere destan güzellikte ki kasrın olduğu bölge XVI. yy’dan günümüze Haydarpaşa olarak anılır.
Kalamış
Dilimizde zaman içinde Kalamış halini alan Yunanca Kalamissia’dan gelmektedir. Sazlık ve kamışlık anlamına gelen Kalamissia, kıyı boyunca yer alan kamışlardan dolayı Kalamissia olarak anılır ve bu isimiz zaman içinde Türkçeleştirilerek Kalamış halini alır.
Ayrılık Çeşmesi
Osmanlı zamanında hac kervanlarının toplanıp yola çıktıkları bu bölgeye 1858 yılında çeşme ve karakolhane yaptırılır. Hac kervanının yola çıktığı bu ayrılma noktası 19. yy’dan günümüze kadar Ayrılık Çeşmesi olarak adlandırılır.
Üsküdar

Tarih boyunca sayısız istilaya uğrayan, farklı kültürlerin yaşamlarını sürdüğü Üsküdar’ın tarihte bilinen ilk adı”‘altın şehir” manasına gelen Hrisopolis’tir. Yine bir istila sonucunda İranlıların Üsküdar bölgesine yerleşmesi ve burada hazinelerini kurmalarından kaynaklı olarak altın şehir ismi verilir. Tarihte Hrisopolis isminden başka Scutari olarak anılan Üsküdar, bir rivayete göre ismini Scutari’nin zamanla Üsküdar’a dönüştüğü anlatılsa da Evliya Çelebi bölgedeki ev ve sokakların eski ve dar olmasından dolayı Üsküdar dendiğini aktarır.
Fetihten sonra önemli bir yaşam merkezi olan Üsküdar’ın mahalle ve sokakları bizi Osmanlı’nın da öncesine götürür. Kıyı boyunca Kuzguncuk, Çengelköy, Kuleli gibi farklı kültürlere ev sahipliği yapmış semtlerin her birinde ayrı ayrı hikâyeler bulunur. Üsküdar’ın Arnavut kaldırımlı mahallelerinin hikâyeleri…
Kuzguncuk

Üsküdar’ın en sevileni en çok ziyaret edilen mahallerinden olan Kuzguncuk, yüzlerce yıldır bozulmayan mimarisi ve kültürüyle çarpık kentleşmeden kendini ayırarak özgünlüğünü koruyabilen nadir mekanlardandır. Kuzguncuk, 3 farklı dinin bir arada yaşayabildiği hoşgörü ve barışın timsali olarak görülür. Kuzguncuk isminin nereden geldiği tartışmalı bir konu iken kabul edilen genel görüş şöyledir: “Kuzgun Baba” isimli bir velinin bu bölgede yaşadığı, bundan dolayı da Kuzguncuk olarak anılır. Kuzguncuk’un Bizans Dönemi’nde Kosizta olarak anıldığı ve zamanla bu ismin Kuzguncuk’a evrildiği de diğer görüşler arasındadır.
Çengelköy
Çengelköy’ün isminin nereden geldiğiyle ilgili farklı rivayetler bulunur. Bunlardan biri İstanbul’un fethedilmesinin ardından Bizans Dönemi’nden kalma batık bir geminin çengelinin bulunmasından dolayı Çengel Köyü olarak anılmaya başlanır. Bir diğer rivayet ise fetihten sonra Osmanlı denizcilerinin burada yaptıkları gemi çapaları ve çengelleri Çengel Köy olarak adlandırılmasına neden olduğu yönündedir. Osmanlı zamanında bir mahalleye isim verirken genellikle o bölgede yaptırılan cami, medrese gibi ibadethanelerin banisinin ismi kullanılır. II. Mahmut ve Abdülmecid Dönemlerinde görev yapmış olan Çengeloğlu Tahir Paşa’nın yaptırdığı cami münasebetiyle Çengelköy ismini aldığı görüşler arasındadır.
Kuleli
Osmanlı’da boğazların güvenliğinden sorumlu askerlerin odalarının bulunduğu yerdir. Kıyı boyu güvenliği sağlayan Bostancı Ocağı aynı zamanda boğazda inşa edilecek yeni yapıların denetimini yaparak silüetin ahengini bozup bozmamasına göre izin veren kurumdur. İstanbul’un fethinden önce Papaz koruluğu olarak anılan bölge, kuleli bir kilisenin olması bu bölgenin o günden bugüne Kuleli olarak anılmasına neden olur.
Vaniköy
Fetihten sonra İstanbul Osmanlı kültürüyle harmanlanmaya başlayınca semt isimleri Doğu Roma’dan uzaklaşarak Türk-İslam kültürüyle bütünleşir. Vaniköy’ün adı Bizans Dönemi’nde kendine hayran bırakan ve şifa kaynağı doğası nedeniyle “güzel memleket” anlamına gelen Nikopolis’tir. Osmanlı ile birlikte Müslüman Türklerin yerleşmeye başlamasıyla bölge halkını tesiri altına alan “Vani” adındaki veliden alır.
Beylerbeyi
Bizans Dönemi’nde de Osmanlı Dönemi’nde de oldukça kıymetli bir yere sahip olan bölge Bizans Dönemi’nde Hrizo Kramus kilisesinden dolayı Hrizo Kramu adını taşırken Osmanlı taşra teşkilatının en büyük idari birimi olan Beylerbeyi olarak anılmaya başlamasının nedeni ise III. Murat Dönemi’nde Beylerbeylik görevi yapan Mehmet Paşa’nın yaptırdığı yalıdan ismini almasıdır. Mehmet Paşa’nın ardından Abdülaziz’in dantel gibi boğazın kıyısına işlediği saray bile Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın bölgeye verdiği adın bile önüne geçemeyerek Beylerbeyi Sarayı olarak anılmaya devam eder.
Part I’de Anadolu Yakasını, naif çocuğumuzu ve güzel semtlerini anlatmaya çalıştım. Part II’de Avrupa Yakası ile görüşmek üzere, sağlıkla kalın…
Berkan Sözen