Rönesans’ın Aynası ve Sistina Şapeli

Yüzyıllardır toplumlar kültürlerinden, yaşam şekillerinden, inançlarından, siyasi atmosferlerinden bir iz yansıtmak istercesine arkalarında sayısız eser bırakmışlardır. Özellikle Rönesans ile birlikte sanat ve bilim odaklı çalışmalar hız göstermiştir ve yüzlerce kıymetli deha günümüze değin ayakta kalabilen eşsiz eserler ortaya çıkarmışlardır. Geçmişin o ihtişamlı yapıtları, özenle işlenmiş heykelleri halen özgünlüğünü koruyor çünkü günümüzde, teknoloji ve koşulların hat safhaya ulaşmasına rağmen mimarilerde o sıcak, insanı hayran bırakan dokuyu göremiyoruz. Hatta bazıları var ki sanki alay edercesine, estetik kaygılardan bütünüyle uzak bir biçimde oluşturulmuş ve marifetmişçesine meydanları, tepeleri süslüyorlar. Göz var izan var demeden geçemeyeceğim. 

Şimdilerde müzelerde görebildiğimiz geçmişin o biricik eserleri elbette yaratıcılarıyla bir bütünü oluşturmaktadır. Onlardan biri de tarihe adını en büyük harflerle yazdıran büyük deha, ustaların ustası, Rönesans Dönemi’nin âdeta aynası olan Michelangelo. Bugün hem kendisinden hem de halen insanı izlerken hayran bıraktıran eşsiz eseri Sistina Şapeli’nin tavanından bahsetmek istiyorum. 

Tam adı Michelangelo Di Lodovico Buonarroti Simoni olan sanatçı 1475’te Floransa’da dünyaya gelmiştir. Floransa’nın önde gelen ustalarından biri olan Ghirlandaio’nun atölyesine çırak olarak girdiğinde henüz on üç yaşındaydı. Böylelikle çok erken yaşlarda resme ve mimariye yönelik ilgisinin başlamasının yanı sıra mermere olan ilgisi ve mermerle olan ilişkisi de oluşmaya başlamıştır. Bu durumun etkisi de zaten hayatının ilerleyen dönemlerinde hem eserlerinde hem ustalığında kendini fazlasıyla göstermiştir. Ghirlandaio’nun atölyesinde, mesleğin tüm ince noktalarını, sağlam bir fresko tekniğini ve iyi bir çizim temelini kazanır. Michelangelo, Yunan ve Roma heykel ürünlerini inceleyerek güzel insan vücudunu, tüm kasları ve kirişleriyle birlikte hareket içinde betimlemesini bilen antik heykelcilerin sırlarını öğrenmeye çalışmıştır. Sonrasında Michelangelo, kendini müthiş bir şekilde geliştirerek maharetiyle ve bilgisiyle genç yaşında o dönemin ünlü ustalarını bile geçtiği söylentileri kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştır.

Michelangelo resim, heykel ve mimariden oluşan üç büyük sanatın ustasıdır. O, sanatın her şeyden önce bir yaratım olduğunu, bireysel olarak esinlenmeye bağlı bir ilham işi olduğunu ve kopyalama olmadığı yönünde bir tutuma sahiptir. Michelangelo ideal formları ararken kendini estetik hazlarla kısıtlamamış aksine çağın şartlarını aşan her türlü çarpıcı formu ortaya koymuştur. Bunun en güzel örneği ise şüphesiz Davut (David) heykelidir. Tek parça mermeri yontarak üç yılda tamamladığı Davut heykeli mitolojideki Golyat’a saldırmaya karar verme anını gösteriyor. Bu heykel Rönesans Dönemi’nin başyapıtı olarak nitelendirilir.

Gelelim o muhteşem freske… Bu eser dört yıla yakın bir süre içerisinde, üç yüzden fazla figürün İncil’den hikâyelerle birlikte resmedildiği çok özel bir eser. Vatikan’da Papa IV.Sixtus tarafından yaptırılmış bir şapel vardı. Adına Sistina Şapeli deniyordu. Bu şapelin duvarları Botticelli ve Ghirlandaio gibi ünlü sanatçılar tarafından resmedilmişti fakat tavanı boştu. Papa II.Julius, Michelangelo’yu Roma’ya çağırarak ondan bu tavanın resmedilmesini istedi. Michelangelo çalışmalarına başladı ve 1508’den 1512’ye kadar geçen dört yıl boyunca tek başına çalıştı. Resmedilen bir tavan olduğu için dört sene boyunca sırt üstü uzanıp yukarıya bakarak resmetmek zorunda kaldığını düşünsek de aslında çoğu zaman ayakta durarak bu fresklerini oluşturduğunu öğreniyoruz. Bu olağanüstü çaba ve beceri şüphesiz onun sanatçılık dehasının ve kendinden sonrakilere açtığı ufuk penceresinin yegâne örneğidir. O dönemde kilise odaklı bir anlayış olduğu için genellikle İncil ve din ile alakalı eserler ortaya konmuştur. Şapelin tavanındaki resimler aracılığıyla anlatılan hikayeler de bunun en iyi örneklerindendir.

Michelangelo, şapelin her iki duvarındaki başlangıç yerlerine Eski Ahit peygamberlerinin figürlerini, diğerine ise Hz. İsa’nın geleceğini putperestlere önceden haber verdiklerine inanılan kadın kâhinlerin figürlerini resmetmiştir. Michelangelo saydığımız bu kişileri, düşünen, okuyan, yazan, tartışan insanlar olarak tasvir etmiştir. Daha çok kompozisyon olarak resmetmeye çalıştığı bu eserinde ilk aşama dünyanın yaratılışını temsil ediyordu. Bu sahnelerin ardından gelen ikinci aşama ise insanlığın yaratılışı ve Âdem ile Havva’nın hikâyesini anlatıyordu. Bunu ilk günah ve cennetten kovuluş kompozisyonu takip etmiştir. Bu fresklerin içlerinde belki de en ünlüsü Âdem’in yaratılışıdır.

İnsana böylesi nasıl yapılır dedirtecek cinsten olan bu muhteşem tavan freski, Michelangelo’nun resim alanında ustalık eseri olarak gösterilir. Öyle ki Leonardo da Vinci‘nin Mona Lisa tablosundan sonra dünyada en çok taklit edilen ve reprodüksiyonu yapılan sanat eseridir. Şahsım adına konuşacak olursam görmeyi en çok istediğim eserlerin de başında geliyor. Rönesans’ın önder sanatçısı; anatomiye olan hakimiyetiyle, çok çalışkan oluşuyla, şairane yönüyle, sanat dehasıyla ve arkasında bıraktığı onlarca eser ve öğretilerle 1564’te 88 yaşında Roma’da hayatını kaybetmiştir. Ölmeden birkaç gün önce bile bir heykel üzerinde çalıştığı anlatılmaktadır. Başta yazımın esas konusu olan Sistina Şapeli tavan freskleri olmak üzere oluşturduğu tüm eşsiz yapıtlarıyla sanat tarihi ona minnettardır. 

Zeynep Akıncı

Kaynakça

https://www.oggusto.com/sanat/sanatci/michelangelo-buonarroti-hayati-eserleri-ve-bilinmeyenleri

https://tr.wikipedia.org/wiki/Sistina_%C5%9Eapeli_tavan%C4%B1