Tarihin sıfır noktası olarak tanımlanan bugünün en eski mekânı Göbeklitepe aslında tarihin akışını değiştirmiştir. Tarih, geriye gittikçe bilginin azalıp tahmin ve ideolojik taksimin izin verdiği bir hikâye anlatımına dönüşmektedir.Aslında dönüştürülmekteydi demek daha doğru olur. Çünkü kanıtlanabilirlik tarih yorumlamalarını ortadan kaldırıp argümanları ön plana almaktadır. Göbeklitepe’ ye bir de böyle bakalım :
Bilindik uydurma tarih anlatısında insanların doğuştan kapitalist dürtülerle ve çıkar amaçlı bir araya geldikleri anlatılmaktaydı. Bu mevcut dünya ideologlarının tahmin ve söylemlerinden ibaret, argümansız bir çıkarım ile sundukları kanunlardandı. Bu teorinin aşamaları tarım amacıyla oluşmuş küçük grupların yerleşmesini daha sonra toplumu bir arada tutmak için dinlerin oluşmasını daha sonra dinlerin tapınaklar aracılığıyla kurumsallaştığını öngörmüştür. Ortak inanışların temelinin tarım olduğu ve ne kadar çok grup bir araya gelir ise daha fazla kazanım olacağı sebebiyle toplumların ve şehirlerin kurulmasına en büyük sebep kabul edilmiştir.

Bereketli hilâl bölgesi olarak anılan içerisinde Mısır, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Türkiye ülkelerinin bulunduğu bu büyük bölgede tarihin ilk adımlarının atıldığına inanılıyor. İnsanoğlunun ilk defa yerleşik hayata bu bölgede geçti. İlk medeniyet kıvılcımlarının başlangıcından itibaren burası insanlığa ev sahipliği yapıyor.
Göbeklitepe bu bölgenin en kuzeyinde yer alan ve bölge halkı tarafından kutsal görülen bir bölgeydi. Bir çiftçinin kazmasına takılan bir taşa kadar bu böyle kabul edilirdi. Burada bulunan bölge ve içeriği açısından bir dizi sütun ve bunların üzerine işlenmiş figürlerdi. Bu alan 300 metreye 300 metre olan 90.000 metrekare alana sahip devasa bir kompleksti. Bu kompleksin tüm parçaları taşlarla örülmüş çemberlerden oluşuyordu. Her çember T şeklinde sütunlardan oluşuyordu. Bugün dört taş çember gün yüzüne çıkarılmış halde. Bunların ortalarında 5,5 metre yükseklikte dikilitaşlar bulunmakta ve bu alanların tapınaklar olduğu içeriğinin günlük kullanıma uygun olmadığı ifade ediliyor. Bunun yanında dikili taşlar üzerinde kullanılan figürler bu dikilitaşların alanın muhafızları olarak kabul ediliyor.

Dikili taşların üzerindeki oymalara dikkat edilirse her birinin bir temsili insan olduğunu görüyoruz. Eller, kollar, parmaklar, profilden bir baş görüntüsü ve peştamal ile örtülmüş bir bölge bunlarla tam bir insan temsili. Ancak yüzlerinin işlenmemiş olması bunların bu dünyaya ait olmayan ilahi birer figür oldukları fikrini besliyor. Tapınak olduğu fikri böylelikle desteklenmiş olup tarihin ilk tapınağı olduğu sonucuna varılıyor.
Burayı yapan insanlar üzerine düşünmek gerekir ise bu bölgede yapılan kazılar bu konuda büyük bir aydınlatıcı oluyor. Bulunan ipuçları bu insanların henüz avcı ve toplayıcı olduklarına işaret ediyor. Oysa kabuller bu denli insanın ve organizasyonun tarım olmaksızın bir araya gelemeyeceğiydi. Tıpkı Mısır Piramitleri gibi ancak birkaç bin yıl sonra olabileceği düşünülmekteydi. Sebebiyse tarım toplumları için sürekli bir besin kaynağıyla beslenip zaman açısından avantajlı hale gelmeleriydi. Bu sayede zamanın çoğunu yiyecek bulmaya değil başka uğraşlara ayırabiliyorlardı.

Henüz kilden çömlekler dahi yapamayan insanların 12 bin yıl önce neden bir tapınak yaptıkları büyük bir merak uyandırıyor. İnsanların büyük bir örgütlenme ile böylesine büyük bir organizasyonun parçaları olmaları ortak bir din fikrini doğuruyor. Çünkü bu boyutlardaki taşları hareket ettirmek için yaklaşık 50 erkek gerekiyor. Taşların yerde kaba şekillendirmesi sonrası kaldıraçlar ile tepeye değin taşınıyor olması gibi büyük bir zahmetin söz konusu olduğunu unutmamak gerek.
Burada kullanılan işçiliğin oymacılık açısından da ayrıca incelenmesi gerekmektedir. Tek bir oymanın kanıtlanmış ilkel aletlerle yapımı yaklaşık 6 saat sürmektedir. Bir taş çemberin içeriğindeki tüm işin 300 saate vardığını hesap edersek alandaki toplam 16 çember olduğunu da göz önünde bulundurur isek tüm ekibin çalışması ile 4800 saat ve 60 kişi gerektiği sonucuna varılır.
Bunun yanında tapınaklarda bulunan kemikler bu mekânlarda belli zamanlarda şölen ve ziyafetler verildiğini göstermektedir. Bu tür etkinlikler mevcut kaynakları yani avcılık ve toplayıcılığın yanında tarımsal üretim ve doğayı ehlileştirme çalışmalarını zorunlu hale getirmiştir. Bu da taş devrinin bu bağlamda sonlandırıldığı düşüncesini desteklemektedir. Din, insanları tarım hayatına geçişini sağladı oysa bu güne değin tarımın ve şehirlerin kurulumunun bir sonucu olarak insanların dinlere sığındığı düşüncesi hâkimdi.

Hayvanları ve bitkileri ehlileştirmek insanlara yeni bir statü kazandırmıştı. Dikili taşlar üzerindeki figürlerin efendi olanın kim olduğunu bir bakıma gözler önüne sermekteydi. Artık insan hilafet görevini eline almıştı.
Maddeci bir aklın ürünü olarak mevcut kabuller maddi devrimlerin yani tarım toplumunun öncelikli olduğunu savunmaktaydı. Oysa elimizdeki veriler kültürel devriminin veya dinsel toplumun daha öncelikli bir devinime girdiğiyle kaimdir.
Buranın yapımı ile ilgili daha sağlıklı bir sonuca varmak amacıyla bu bölgede benzer zamanlardaki insan kalıntılarını inceleyerek bu yapının mimarları hakkında daha fazla bilgiye ve öngörüye sahip olmamız mümkün olur.
Öncelikle incelendiğinde Göbeklitepe’nin su kaynaklarına oldukça uzak olduğunu görmek mümkün. Bu kanı tapınakta sürekli zaman geçirmediklerini hatta bu bölgede yaşamadıklarını gösteriyor. En yakın yerleşim yeri olan Şanlıurfa (Ruha) şehrine gitmeyi ve görmeyi zorunlu hale getiriyor. Ruha üç büyük ilahi dinin ortak atası olduğuna inanılan Hz. İbrahim’in de şehri olarak kabul ediliyor.

Urfa merkezli arkeolojik kalıntılar incelendiğinde bu bölgede aynı yüzyıla ait bir takım ortak obje ve figürlere rastlamak hatta bire bir aynı olan heykeller görmek mümkündür. Bu argüman iki noktada yaşayan insanları ya aynı insanlar ya da güçlü bir ilişki içerinde bulunan iki grup yapmaktadır. Bu grupların ortak bir çalışma ve inanç birlikteliğine sahip oldukları sonucuna varmakta çok zor olmasa gerek. Henüz taş devrinde bir ortak inanç grubu keşfetmiş olduğumuzu dile getirmek mümkün.
Peki, tarımı keşfetmeden yüzlerce yıl önce bir toplumun böylesine bir eseri inşa etmesi mümkün olabilir mi? Bunun için bu inşa edilen yapıları tekrar incelenmesi gerekecektir. Elde edilen eserin nasıl ve ne şekilde elde edildiğini kavramamız çok daha fazla yorum hakkına sahip olmamızı sağlayacaktır.
Ortada bulunan iki dikili taş 10cm derinliğinde ana kayalara oturtulmuştu. Tek parça kayadan yontularak oluşturulan bu taşlar 5.5 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 16 ton ağırlığındaydı. Sütunları oluşturmak bir mühendislik bilgisi ve sanatkârlık gerektiriyor.
Bu tür bir mekânı oluşturmayı zorunlu hale getiren bu denli insanı bir arada tutan şeyin aslında bir din algısı olduğunu söylemek mümkün olur. Çünkü bir biri ile aynı duyguları taşımak bugün dahi ortak sembollere sahip olan insanları bir birine karşı daha hızlı bir adaptasyon sağladığını düşünmek mümkündü. Örneğin bir birini tanımayan iki Müslümanın sarıkları sebebiyle bir birine sempati beslemesi veya iki Hristiyan’ın haçlar dolayısıyla bir birine yaklaşması veya sadece din değil iki Yakuza’nın ortak semboller üzerine bir birine güvenmesi bundan binlerce yıl öncede mümkündü. Bu ortak semboller tarih boyunca hep var oldular.

Bu ortak din ve ahlak anlayışı beraber yaşamanın temellerini oluşturdu. Bu birliktelik ve popülasyon hızlı bir çoğalmayı sonrasında ise yeni kaynak arayışlarını başlattı. Bu kadar organize hareket eden bir grup tabiatı ıslah etmeye ve daha yararlı yollar üretmeyi zorunlu hale getirdi. Bir diğer deyime göre din taş devrini kapatıp yeni bir çağ açmayı zorunlu hale getirdi.
Daha sonraki dönemlerde Göbeklitepe Tapınağı’nın üzeri kapatıldı. Üzerine daha küçük sütunlara sahip bir tapınak inşa edildi. Sonrasında dairesel formdan vazgeçerek üzerine daha küçük dikdörtgen bir tapınak inşa edildi. Daha sonra ondan da vazgeçerek sadede duvarlardan oluşan bir tapınak modeline geçildi. Peki, ama bu sürece ne sebep oldu?
Bunun için Göbeklitepe ’ye 30km uzaktaki Nevariçori de bir inceleme yapılır ise Göbeklitepe ’deki tapınağın bir butik örneğinin de burada bulunduğunu görmek mümkün olacaktır. Göbeklitepe döneminde buranın bir yerleşim yeri olduğunu biliyoruz. Bu sayede Göbeklitepe ‘deki inancın bir davet ile buralara ulaştığını söylemek mümkün. 13 sütunlu ve taş örme duvarlara sahip olduğunu bugün gördüğümüz dikdörtgen planlı bir tapınak mevcut durumda bulunmakta. O zamana göre karşılaştırıldığında köy camisi ile benzerlik gösterdiğini düşünebilir.

Göbeklitepe ‘nin zamanla kıymetini yitirmesi ve küçülmesinin bir farklı teorisi de yeni neslin atalarının dininden yüz çevirmeleri olarak düşünülebilir. Artık tarımla uğraşmaya başlayan yeni nesil eski mabede kadar gitmeye üşenerek benzerini inşa etmiş. Sonraları ise nesil atalarının avcı toplayıcılığını terk eder iken dinlerini de terk etmiş olmaları düşünülebilir. Dinin getirdiği tarım dinin zamanla geri plana atılmasındaki temel faktör olabilir. İnsanları önce beraber yaşama düşüncesi veren daha sonra bunun bir sonucu olarak tarımı getiren din olgusu önce gömülerek bir höyük daha sonra ki süreç ile bir yapay tepe haline dönüştü.
Peki, bu inancın kendisine ne oldu?
Göbeklitepe ’de bulunan başsız figürler ile Çatalhöyük’teki başsız figürler arasındaki uyum aslında bu dini öğretinin yıllarca devam ettiğini gösteriyor. Başsız figürlerin eski bir ritüelden geldiğini ve bu ritüel de yaşar iken toplumsal saygınlığı bulunan kişinin daha sonraları mezarı açılarak başının çıkarılması ve toplumsal saygınlığı ile ortak ahlak kültünün beslendiğini düşünmek mümkün. Şahsi fikrim tam bu noktada tevhidi düşünceden ayrılmanın başladığını söylemek gerekli hale geliyor. Halkanın başlangıç noktası tüm peygamberlerde inanlar ile başlar. Ancak peygamberin vefatı veya halkaya katılımın arttığı dönemlerde büyük gruplar inanmaktan öte ikna ile katıldıkları gruplarda farklılaştırmalar ve geçmiş veya anlaşılabilir öznel eklemeler ve tamamlayıcılar oluşturmaya başlamaktadırlar. Dinin zamana hitap etmediği veya eksiklerinin bulunduğu ikna çabalarının ilk meyvesi inanların ikna edilmişler için tavizler vermeleridir.

Göbeklitepe örneği Mısır, Arap Yarımadası, Hindistan, Çin, Slavlar ve Yunanlar ’da değişmeksizin tekrar eden bir süreçtir. Toplumun içeriğinden varolagelmiş bir inanç esası zamanla ütopik, hayali ve destansı öyküler ve şahıs kültlerinin oluşturulmuş heykellerine kurban edilmektedir. İnanç önce toplumu düzenleyen daha sonra inancın düzenlediği toplum tarafından beğenilmeyip düzenlendiğini görmek mümkün ancak ellerinde bulunan “gelişim” kavramını değiştirmek istedikleri “inanç” kavramına borçlu olduklarını unutmaktadırlar.
Elbette toplumların durmaksızın inanç kavramıyla muhatap oldukları ve olacakları sosyal dünya düzenin değişmez bir etkileşim kanunudur. Toplumlar bu tip durmaksızın devam edegelen düşünsel inşa ve yıkım süreçleriyle bir takım imtihanlara muhatap olmak için yaratılmış ve bu süregelen düzen toplumsal ve inançsal düzenin sistematik işlerliğini sağlamaktadır.
Göbeklitepe bizler için birçok yönüyle bir sır olarak kalmaya devam edecek ancak “Gark ediverdik de onları sonrakiler için hem bir selef hem bir mesel kıldık. (Zuhruf Suresi 56. Ayet) ” ayeti kelimesi ile ondan nice ibretler almaya çalıştık…
Davut Ufuk ERDOĞAN