Kıymetli okurlar! Okuyacağınız bu yazı, Samiha Ayverdi’nin “İbrahim Efendi Konağı” isimli kitabı hakkındadır. Bu kıymetli kitap ise geçmişteki bizi bugünkü bize; gerçek olaylar, gerçek kişiler ve gerçek mekânlar ile anlatmaktadır. Tüm bu gerçeklikler ile bizlere anlatılmak istenen ise bir zamanlar yaşanan o güzel günlerin bugün de gerçekten gerçekleşebileceği ihtimalidir.
Kitabın takdim kısmında Samiha Ayverdi yazmış olduğu bu eseri tanımlarken: “Bu kitap ne bir hikâyedir ne masal ne roman… Zamanı, mekanı, vakaları, şahısların isimleri hatta vakaların seyri, sırası ve detaylarının yüzde doksanı ile otantik ve yaşanmış bir devrin, gerçek ve yaşanmış bir hayat tablosudur.” cümlesini kurar.
Ben ise bu fevkalade eser hakkında yazacağım bu basit yazıya; bu kitap sürükleyiciliği ve basit anlatımı ile bir hikâye; olaylar ve durumlar anlatılırken kullanılan efsanevi dili ve anlattığı dönemde yaşanılan olağanüstü hadiseler yönünden bir masal; kitaba konu olan olayların yaşandığı sınırlı mekanların bir ressam becerikliliği ile sınırsız ve detaylı resmedilmesi ve yine kişilerin ve kişiler arası ilişkilerin zenginliği yönünden bir roman; hikâyeyi oluşturan hadiselerin, hadiseleri meydana getiren kişilerin, kişilerin yaşadığı mekanların ve zamanların gerçekliği göz önüne alındığında bir tarih kitabı; kitabın çok büyük bir kısmını oluşturan kültürel bilgiler, motifler, gelenekler ve tarihsel gerçekler yönünden ansiklopedik bir kitap; çocuk yetiştirme, yer yer değinilen tasavvufi mevzular, insan ilişkileri, sosyal etkileşimler açısından ise bir kişisel gelişim kitabı diyebileceğim, harika bir eser diyerek başlamak istiyorum.

Samiha Ayverdi 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arasındaki Osmanlı Devleti’ni, merkezine o devrin azametli Meclisi Maliye Reisi olan İbrahim Efendi’nin Konağı’nda yaşanan olayları koyarak harika bir dille anlatmıştır. Evet, dili kısmen günümüz Türkçesinden uzak, eski Türkçeye daha yakındır fakat gerektiği yerde süslemeleri ve tasvirleri ustaca kullanması, gerektiği yerde ise kelimeleri bir kılıç gibi kullanarak olayları net ve keskin bir dille anlatması sizi kitabın ruhu ile bütünleştiriyor. Sanatsal ve betimsel dilden bilimsel dile geçişi o kadar tatlı, o kadar olağan ve yerinde yapıyor ki…Ancak tekrar bilimsel dilden sanatsal dile geçiş yaptığında fark ediyorsunuz değişimi. Mesela bir bayram sabahını anlattığı, o günlerin duygularını size tattırdığı bölümleri okurken “İbrahim Efendi bayram namazlarını Süleymaniye Cami’nde kılardı” diye cümleye başlayıp oradan koca Mimar Sinan’a, eserlerine, eserlerindeki felsefesine, oradan da genel manada Türk mimarisine geçiş yaparak ansiklopedik bir üsluba bürünen bu dil, şaşırtıyor adeta sizi. Bu sayede tarihi gerçekleri ve kültürümüzün zenginliğini hikâyenin sürükleyiciliğini hep taze tutarak okuyucuyu sıkmadan anlatıyor.
Nelere değinmiyor ki bu kültürel ansiklopedisinde Samiha Ayverdi. Osmanlı ailesinin ilişkilerine, konak kültürüne, mahalle ve semt yaşantılarına, Osmanlı sanatından; hat sanatının inceliklerine, orta oyun, Hacivat ve Karagöz gibi görsel sanatların detaylarına ve üstatlarına, mahyacılık sanatının meşakkatlerine, Osmanlı mutfağından; şerbetlere, reçellere, tatlılara ve envai çeşit yemeğe, mahalle kültürünün ve toplumsal yaşamın dinamiği olan tulumbacılara, sebilcilere, seyyar satıcılara, laternacılara, sepetçilere, seyyar bahçıvanlara, sokak ciğercileri ve kedilerinin mücadelelerine, börekçilere, kadayıfçılara, macunculara… Yani topyekûn bir imparatorluğu; sanatsal, kişisel ve toplumsal bütün değerlerini kullanarak harika bir şekilde resmediyor.

Kitap, bir Osmanlı güzellemesi olarak başlıyor. Kültürel açıdan zenginliklerin, halkın yaşadığı refah hayatın, bolluğun ve bereketin anlatıldığı ilk bölümlerde, İbrahim Efendi Konağı’nda da benzer şekilde refah ve bolluk içerisinde bir hayat yaşanmaktadır. Ancak meşrutiyetlerin ilanı ile birlikte gelen kontrolsüz özgürlükler ve bu devirde türeyen Jön Türkler diye adlandırılan güruhun devlet yönetiminde yapmış oldukları büyük hatalar neticesinde Osmanlı Devleti’nin çöküşü hızlanır. Samiha Ayverdi kitabında genel olarak sert bir ittihatçı eleştirisi yapmaktadır. İttihatçılarla beraber gelen kaos yıllarını halk ve devlet adamları nazarından da çok güzel tablolaştırır. Osmanlı Devleti gibi, refah ve bolluk içinde yaşanan konak hayatı da devletin çökmeye başlaması ve sefalete düşmesi ile eş zamanlı olarak sıkıntıya girer. Zaten yazar koca imparatorluğun çökmesinin temelinde yatan sebepleri, konağın çöküşüne sebep olan etkenler üzerinden daha basit bir şekilde anlatmaktadır. İmparatorlukta konaktaki gibi gereksiz harcamalar, israflar, ehliyetsiz ve kötü niyetli insanların iş başına gelmesi, dedikodular, entrikalar, manevi yönden yaşanan çöküntüler, yaşanılan sıkıntıları analiz etmekteki başarısızlık ve tutarsızlıklar, en nihayetinde de çözüm adına yapılan hamlelerdeki yetersizlikler yüzünden yıkılmıştır.
Kitapta beni etkileyen bir diğer şey ise şudur; güzeli ve güzellikleri, zenginlikleri, mutluluğu yani refah yıllarını anlatmak kolaydır. Çünkü biz insanlar güzel şeylerden, zenginliklerden ve mutluluklardan bahsetmeyi de dinlemeyi de severiz. Fakat yokluğu, çirkinliği, sefaleti, kaosu ve ıstırapları anlatmak… İşte Samiha Ayverdi kitabının başında anlattığı olayları ve ortamı resmederken maviyi, yeşili ve beyazı ne kadar ustaca kullanmışsa kitabının sonunda çizdiği tabloda kırmızıyı ve siyahı da aynı ustalıkla kullanmıştır. Öyle ki kitabı okurken başlarda: “Hey gidi şanslı ecdat, nasıl da saadet dolu bir yaşantınız varmış.” derken sonlara doğru: “Allah yüzümüze bakmış da bugünlere gelebilmişiz.” diyeceksiniz.

Son olarak kitapta yer yer temas edilen tasavvufi konularla alakalı da bir iki cümle yazmak istiyorum. “Aşkına bile aşık olmayı terk et… Terki de terk etmezsen sana senden yakın olanı gizleyen perde gözünden kalkmaz.” Kitapta geçen bu cümle bir tarikat deyişini getirdi hatrıma “Der tarik-i Nakşibendi lazım-ı çarı terk: Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk!”
Bir zamanlar bütün dünyaya hükmeden, o koca ve şanlı imparatorluğumuzu ayakta tutan, gücünü ve yönetimsel dinamiklerini besleyen, kültürel ve manevi değerlerimizi, geleneklerimizi, örf ve adetlerimizi iyice öğrenip ve içselleştirecek o koca imparatorluktan elimizde kalan bu güzel vatanımızı tekrar hak ettiği eski ihtişamına kavuşturmak adına, yapılan hatalardan ders çıkarmamızı sağlayacak bu harika eser mutlaka okunmalı.
Musab Cin