Eski zamanlardaki kıyafetlere, geleneklere, dekorlara az çok hakimiz. Karşılaştığımız herhangi bir tarihi dekorun, mimari yapının veya kıyafetin hangi millete ait olduğunu kolaylıkla tahmin edebiliriz. Peki bu durum hâlâ böyle mi?
Giydiğimiz kıyafetler, yediğimiz fast food ürünleri, yaşadığımız ve şehri kaplayan rezidanslar dünyanın çoğu yerinde birbiriyle büyük oranda benzerlik gösteriyor. Dünyamızın sakinleri olarak gitgide birbirimize benziyoruz. Küreselleşme bu benzerliğin başlıca sebebidir. Küreselleşme; bir yandan dünya çapında mal ve insan hareketliliğinin artışı, diğer yandan kültürel süreçte ortaya çıkan hızlı bir değişme ve farklılaşmadır.
Küreselleşmeyle beraber eskiden kocaman olan dünyamız artık küçülmüştür. Çok uzakta olan arkadaşlarımızla internet sayesinde istediğimiz anda iletişim kurabiliyoruz. Dünyanın birçok noktasından dilediğimiz gibi alışveriş yapabiliyoruz. Örneğin eskiden pizzayı sadece İtalyanlar yerken iç içe geçmiş kültürlerimiz sayesinde İtalyanlar baklava yerken biz de pizza yiyoruz. Dünyamız küçülüyor ve artık büyük bir tek ülke haline geliyor.

Küreselleşen dünya hakkında görüşleri incelediğimizde, hiçbir şekilde ayıplanmadığını görürüz. Kimisine göre daha fazla ürüne erişimi arttırır ve geleneksel toplumların dar düşünceli yapısına alternatif sunar. Bununla birlikte küreselleşmeye dair yorumların çoğu eleştirel ve kötümserdir. Küreselleşmenin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda yeni bir dünya düzeni oluşturması bu alanlardaki sosyal düzenin bozulmasına sebep olacağı görüşü birçok kişi tarafından kabul edilmektedir.
Küreselleşme en az üç yönden eleştirilmektedir. İlk olarak kültürel küreselleşme, ekonomik ve siyasal hakimiyetin çıkarlarına hizmet ettiği düşünülmektedir. Yani sınırsız kâr maksimizasyonunun önünde engel oluşturan her şeyi özel sektöre havale ederek emek piyasasını değersizleştirmekte ve yoksulluk krizini derinleştirmektedir. İkinci olarak kültürel benzeme, yerel ve ulusal farklılıkları ortadan kaldırıp herkesin aynı göründüğü, herkesin aynı düşündüğü ve aynı biçimde davrandığı bir dünya oluşturmaktadır. Böyle bir dünyada yerleşiklik ve aidiyet duygusu yoktur. Oysaki insan için en önemli duygulardan biri ait olma duygusudur. Üçüncü olarak tüketimcilik ve materyalizm, bir tür tutsaklık ve mutluluğu engelleyen bir manipülasyon biçimi olarak eleştirilmektedir.
Sıraladığımız bu 3 eleştiri küreselleşmenin dünyamızı güvenilmez bir maceraya sürüklediğini gösteriyor. Artık dünyanın her yerinde gelir adaletsizliği, marka düşkünlüğü, yönetim merakı, ruhsuz ve duygularından arındırılmış kitlelerin artışı gibi birçok sorun türemiştir.

Her ne kadar küreselleşmenin seçeneklerimizi arttırdığı söylense de alternatiflerimizi gitgide küçülttüğünü görmemiz pek de zor değil. Kitleler belirli markalardan alışveriş yapmaya, belirli restoranlardan yemeye, lüks yaşam sürmek zorunda hissetmeye zorlandılar.
Küreselleşme eğilimlerine dair en bilinen değerlendirmelerden birinde Barber, doğmakta olan dünyayı McDünya olarak betimlemiştir. “Bütünleşme ve tekdüzeliğin parıltılı senaryosu”nu yazan McDünya’yı bir araya getiren şey teknoloji, iletişim ve ticarettir.
“Teknoloji, iletişim, ticaret” bu üçlüyü bir araya getiren şey nedir diye düşündüğümüzde sosyal medyayı göz ardı etmek imkansızdır. Sosyal medya ile birlikte kültürel küreselleşmenin hızı bir hayli artmıştır. Yeni iletişim teknolojilerinde, özellikle sosyal medya alanında yaşanan tekelci yaklaşım küreselleşmeye neden olmaktadır (Topçu, 2018, 31). Dünyanın hemen her yerinde tüketilen Burgerler, Nike marka giysiler, izlenen CNN ve BBC gibi kanallar ya da kullanılan Apple, Samsung gibi marka bilgisayarlar kültürel küreselleşmenin göstergeleridir. Son yıllarda Youtube, Netflix gibi sanal mecralarda yayınlanan diziler aynı anda onlarca ülkede vizyona girmektedir. Farklı kültürlere sahip insanların izlediği tekdüze filmler ve diziler… Bu durum farklı ülkelerde yaşayan insanların ilgi ve beklentilerini homojenleştirmektedir.

Medya hâkimiyeti sayesinde kendi imajlarını olumlayan ülkeler, bütün ulusları ortak bir kültürde birleştirmek ve mal satıp para kazanabilmek için önce kendi kültürel özelliklerini piyasaya çıkarmışlardır. Bilgiyi üreten ve satan Batı, teknolojik gücü elinde tutarak kendi değerlerini üretmiş ve yaymıştır (Topçu, 2018, 33). Medya aracılığı ile batı kültürü yüksek kültür olarak sunulmuştur. Bu durumun sonucu olarak ekonomik ve teknolojik açıdan güçlü ülkelerin dil, sanat ve yaşam tarzı gibi kültürel özellikleri kendi sınırlarını aşmış ve yine kendileri tarafından propaganda amacıyla “üstün kültür” gibi terimlerle tanımlanmıştır.
Fakat medya desteği ile olan kültürel küreselleşmenin ilgilerimizi, yediklerimizi, giydiklerimizi tekdüze hale getirmediğini tam aksine bu durumun aslında kültür çeşitliliğinin artmasını sağladığını düşünen bir görüş de vardır. Teorisyenlerin bu görüşe verdiği isim melezleşmedir. Melezleşme; kültürlerin birbiriyle karışmasına ve kaynaşmasına, sürekli olarak başka biçimlere dönüşmesine, yeni kültürel formların oluşmasına neden olmaktadır. Bu sayede kültürel çeşitlilik artmaktadır.
Küreselleşmenin neye hizmet ettiği, verimliliği, yararları ve zararları uzun zamandır gündemimizde olan bir tartışma konusudur. Destekleyenin de desteklemeyenin de kendi görüşünü savunduğu güçlü argümanları vardır. Bana kalırsa her şeyin olduğu gibi küreselleşmenin de sınırlarını belirlememiz gerekir. Biz bunları düşünür konuşur ve yazarken bile küreselleşme her geçen gün hızla büyüyor ve biz de bu yeni düzenin tam içindeyiz.
‘’Birlikte bu küreselleşme hapishanesinden kaçabiliriz. Gelen gelir ve bu neşveden payını alır. Gelmeyen kalır ve fasit dairesini tamamlar. ‘’
Tahrir Vazifeleri, İsmet Özel
İlayda Sarıcan