Tarihle Bütünleşmiş Bir Şehir: Diyarbakır

Gezmeye Dair

Diyarbakır’ın tarihine geçmeden önce mukaddime niteliğinde bir şeyler söyleyecek olursak yüce Rabbimiz indirdiği birçok ayet-i kerimede yeryüzünü gezip dolaşmamızı ve bizden önce yaşayan toplulukların inşa etmiş oldukları yapılar, eserler üzerinden ne büyük bir güce, ihtişama ulaştıklarını fakat savaş, ölüm, helak edilme sebepler gibi yeryüzünden nasıl silinip gittiklerini görmemizi ve bu şahitlikten de gerekli dersi çıkartmamızı “Ey görücüler ibret alın” ayetiyle istemektedir.

Öyleyse “Müslümanın seyahati turistik değil şahitlik amaçlıdır” şiarıyla bu anlayışı bilince dönüştürmek, yapacağımız gezilerde bize sonsuz ufuk açacaktır diye düşünüyorum.

Diyarbakır’ın Tarihi

Gerçekleştireceğimiz gezilerde nasıl bir bakış açısına sahip olmamız gerektiği düşüncesine değindikten sonra Diyarbakır’ın tarihine geçecek olursak İslâm öncesi: Amid, Omid, Emid, Amida; İslam sonrası: Kara Amid, Diyar-i Bekir ve Cumhuriyet Dönemi’nde de Diyarbakır olarak adlandırılan; doğu ve batıyı birleştiren bir noktada Dicle Vadisi’ne hakim bir tepe üzerinde konumlanan şehrin tarihi MÖ 3000’lere dayanmakta olup kent merkezi 9000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Şehir Asur, Arami, Urartu, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı medeniyetlerine ev sahipliği yapmış ve günümüze gelindiğinde kent merkezi olan Sur’da gördüğümüz eşsiz tarih ve kültür birikimi ortaya çıkmıştır.

Şehre Dair

Diyarbakır’ın kısa tarihinden sonra kendi izlenimimize geçecek olursak Kâbe, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa’dan sonra 5. Harem-i Şerif olarak bilinen tarihî Ulu Cami, Akkoyunlular Dönemi’nden kalma Safâ ve Nebi Camileri, Osmanlı Dönemi’nden kalma olup Mimar Sinan’a yaptırılan Behram Paşa Cami ile Kurşunlu, Hüsrev Paşa, Hz Süleyman Camileri, Dört Ayaklı Minare ve 3.yüzyıldan kalma Meryem Ana Kilisesi, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, ile Saint George Kilisesi, Mar Petyun Kilisesi, Eski Diyarbekir Sinagogu ile Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlara ait daha birçok mabedin art arda yükseldiği ve hala dimdik ayakta durduğu şehrin dinî hüviyetini göz ardı etmek mümkün değildir. Şehre ve şehrin insanına hakim olan dinî diyebileceğimiz bu atmosfer gerçekten insanı huzura kavuşturmakta, tarih boyunca yaşanan bu birliktelik tıpkı Endülüs Emevi Devleti’nde ortaya çıkan bir arada yaşama kültürü olarak adlandırdığımız Convivencıa’ı tekrar yaşatmakta ve bu kardeşlik iklimi sizi buram buram sararak tek başına olsanız bile yabancılığı, yalnızlığı ortadan kaldırarak sizi de bu eşsiz atmosferin bir parçası haline getirmektedir.

Lezzet Paragrafı

Tabii ki bu her bir adımınızda tarihte yolculuğa çıktınız bu gezide ufak bir mola vererek meşhur Diyarbakır çöreğini alıp Diyarbakır u-Ulu Cami’nin avlusundaki çay ocağında çayınızla beraber yemeniz bu yolculuğu daha da tatlı bir hale getirecektir. Yemek faslı açılmışken herkesçe şöhreti malum olan Diyarbakır ciğerini de anmadan geçmemiz büyük bir eksiklik olur. Sabah kahvaltılarında dahi yenilen ciğerin lezzetini ve bölge halkında nasıl bir tutkuya dönüştüğünü pek de anlatmamıza gerek yok sanırım ama yine de yemek kategorisinde sırf ciğeri için bile gidilir diyebileceğimiz bir yer olduğunu söylemekte fayda var.

İlmi Mekanlar

Ulu Cami avlusunda verdiğimiz ufak bir çay ve çörek molasından sonra devam edecek olursak böylesine tarihî bir geçmişe sahip olan hatta tarihle bütünleşmiş olan kentin ne denli köklü ilim yuvalarına sahip olduğuna yüzeysel olarak değinmek gerekirse kent Artuklu Dönemi’nden kalma Mesudiye ve Zinciriye ile Osmanlı Dönemi’ne ait olan Latifiye ve Ali Paşa Medreselerine sahiptir. Dediğimiz gibi böylesine uzun bir geçmişe ve ona bağlı olarak köklü ilim yuvalarına sahip olan kent kendi bünyesinden Lebib Efendi, Bakî, Ali Emirî Efendi, Sezai Karakoç gibi nice büyük simaları çıkartmakta birlikte yine Diyarbakırlı olan şairlerimizden Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Arif’in müzeleri şehirde gezilecek en önemli kültürel mekanlardandır.

Dipnot olarak belirtmek gerekirse belki de birçoğumuzun Mardin’de zannettiği Mardin Kapı aslında Dağ Kapı, Urfa Kapı ve Yeni Kapı ile birlikte Diyarbakır ili sınırları içinde yer alan dört büyük kapıdan biridir. Çin seddinden sonra dünyanın en uzun surlarına sahip Diyarbakır şehrimizi tarihî, coğrafi ve kültürel açıdan tanıtmaya çalıştığımız bu yazımıza son verirken şehri ilk defa gezen ve gezdiğim beş günlük süre zarfında her bir adımında ayrı bir heyecan, zevk ve hayranlık duyan birisi olarak ilk fırsatta gezmeyi bütün okuyuculara tavsiye ederim.

Burak Ali Uçar