Ülkemizin tanınmış Din Felsefesi alanındaki akademisyenlerinden Prof. Dr. Turan Koç, İslam Estetiği adlı eserinde dini tecrübe esasıyla oluşturulan sanat eserini, ortaya çıkışı itibarıyla İslam sanat anlayışını ve İslam sanatının Müslümanlık içerisinde hangi konumda olduğunun bir izdüşümünü yapıyor. Başta Arap literatüründe eksikliği büyük ölçüde hissedilen İslam Estetiği olgusu, Türkçe literatürde de ihmal edilmiştir. Türkçe literatüre büyük oranda tercüme metinlerle kazandırılan İslam estetik anlayışı son yıllarda yapılan akademik çalışmalarla bir nebze de olsa ilerleme kaydetmiştir. İşte böylesi teşebbüslerin başlangıçlarından birisi sayılabilecek İslam Estetiği eseri, İslam’daki sanat tasavvurunu mahiyetini ve varlık statüsünü göstermeyi amaçlamaktadır.
Estetik ve din, felsefi düşünüş -poiesis ve iman- esasıyla birbirini tamamlayan iki olgudur. Koç’a göre iman etmenin ilk koşullarından birisi akli delillerle Tanrısal olana boyun eğmek olsa da bu akli delile eğer dini bir tecrübe eşlik etmiyorsa tahkiki bir imandan söz etmemiz güçleşir. Tüm olan biten doğruluğu sağlanmamış bir matematik sorunun çözümüne benzemektedir. Oysa dini tecrübeyle temellendirilmiş bir iman, hem bireyin teorik hem de pratik yaşayışına doğrudan etki de bulunacaktır. İşte bu dini tecrübeyi edinmenin yollarından biri de estetiktir. Kişinin karşısında duran doğa olayını Tanrısal inayet bağlamında değerlendirmesi, kutsal kitaptan duyduğu veya okuduğu bir bölümü salt zihinsel bir muhakeme esasıyla görmeyip estetik bir tecrübe olarak kabul etmesi kendisi için dini bir tecrübe sayılır. Dini yaşayışı formel kurallardan ibaret görmeyerek vazedilen her bir ilkenin arkasında bir Kadir-i Mutlak olanın sanatkâr belirleniminin varlığını düşünmek, kişi için Tanrısal olanı hayatının her anında-alanında duyumsamasını sağlayacaktır.


İslam sanatı, Hz. Peygamber’in hadisinde tarif edilen iman, İslam ve ihsan terkibindeki ihsan tanımı üzerine yükselir. İhsan, Hz. Peygamber’in tarifi üzere Allah’ı görüyormuşçasına ona iman etmek/ibadet etmektir. Koç’a göre İslam sanatı da ihsan kavramının bir tezahürü olarak Allah ile kul arasındaki rabıtayı sağlamayı amaç edinmiştir. Ancak unutulmaması gerekir ki ihsan kendi başına mutlak bir mana ifade etmez. İhsanın varlığı ancak bir iman ve İslam’ın varlığıyla mümkündür. Örneğin Kur’an, sünnet, cami kültürü, kıssalar, Allah’ın sıfatları olmazsa sanatsal bir yaratımı bir sanatkâr eliyle görmek mümkün olmazdı. Çünkü dindar bir sanatçı yaptığı eserlerde “mimesis” ortaya koymaz. Yapılan aslında bir “poiesis” olmakla beraber ibadet maksadı da taşımaktadır. Yani sanatçı elinden çıkardığı ürünle güzel olanı vazetmekle beraber burada İslam’ı da tanıtmaktadır. Böylece diyebiliriz ki İslam sanat anlayışında “sanat, sanat içindir” tarzında bir anlayış mevcut değildir. Nitekim hat sanatına baktığımızda Kuran-ı Kerim’deki bir ayetin yalnızca görsel bir taklidinin yapılmadığını görmekteyiz. Sanatkâr hat sanatında ifadedeki kavrayışı da yansıtmaktadır.

İslam sanatının bir diğer asli özelliği de tevhit ilkesini merkeze almasıdır. Tevhit ilkesi yaratılan tüm doğada, insan tabiatında, kozmik evrende olduğu gibi sanatkarın eserinde de ön plandadır. Sanatkâr ortaya koyduğu ürünüyle aslında Allah’ın vahdaniyetine işaret etmektedir. Böylece örneğin kendisi Allah’ın Kuran-ı Kerim’deki bir anlatımını bir minyatür esere aktararak oluşturduğu sanat eserinde yine Tanrısal olana boyun eğmektedir. Tevhit beraberinde tenzihi de getirir. Sanatçı ortaya koyduğu sanat eserinde tenzih ilkesine mutlak anlamda riayet etmelidir. Çünkü İslam sanat anlayışında aşkın olanın içkin olana doğrudan sirayeti uygun görülmemiştir. İşte tam bu anlamıyla İslam’da putperestliğin her türlüsünden men edilme söz konusudur. Çünkü insan Tanrısal olanı doğrudan müşahede etmeye güç yetiremez. İnsanın yaptığı sadece yine Tanrısal olana dair bazı çıkarımlar yapmaktır. Bu çıkarımlar Antik Yunan’da söz konusu olan Tanrıların heykellerini veya Rönesans Sanatı’nda olduğu gibi Tanrısal olana cesurca dokunuş değildir. Böylesi bir tenzihten dolayı alimler arasında resim sanatının meşruiyeti dahi tartışılmıştır. Ancak İslam’ın doğrudan bir sanatı men ettiğini düşünemeyiz. Yasaklama sadece antropomorfik tasarıma eşlik eden ürünlere getirilmiştir.

Güzellik hem tabiatta hem de sanatta ifadenin ahenkle (harmonia) buluşmasıdır. Güzelliğin hem duyularımız hem tasarımlarımız hem de hayal gücümüze eşlik eden yönleri bulunmaktadır. Bununla beraber İslami sanat anlayışında güzelliği, hakikat ve iyi olanla ayırmamız mümkün değildir. Çünkü netice itibarıyla üç kavramının tam olarak karşılığı ancak Allah’ın zatında ve sanatındadır. Bu anlamıyla bir sanat eserinin formel anlamda bir güzelliği yalnızca duyusal olanda varlık kazanmaz. Güzelliğin aynı zamanda suretini aşan bir hakikati de söz konusudur ki Platon’dan, Hegel ve Heidegger’e dek sanatın ideal yolu takip edilir. Bu gerçeklik aynı zamanda Kuran-ı Kerim’de de belirtilmiştir (es-Saffat 37/6). Güzellik, nesnesi itibarıyla tek bir güzel tanımı içerisine yerleştirilmez. Her bir nesnenin kendi içerisinde güzelliğinin boyutu vardır. Güzelliğinin tam boyutuna ulaşan nesne, mükemmelliğe erişmiştir. Örneğin bir insanın güzelliği ile atın güzelliği aynı değildir. Bu türden bir güzelliğin peşinde koşmak kemalatın gerekliliğidir.

Sonuç olarak İslam sanat anlayışı, merkeze ilahi olanı yerleştirerek adeta onu tenzihi bir yol tutarak O’nun rahmetini görüngülere yansıtmayı amaçlamıştır. Bunun için sanatçı ilhamını aldığı her hadiseden, varlıktan, eşyadan öncelikli olarak ilahi olanın tecellisini takip etmektedir. Bu amaç iman, İslam ve ihsan üçlü kavramlaştırmasını arka planına alıp ihsanı özel anlamıyla vazetmektedir. Bu fikri alt yapıyla varlığa gelen sanat ürünü formelliğini de tevhit ilkesinden alır. Böylece fikri altyapısını ilahi olanda bulan sanatçı ortaya koyduğu eser sayesinde yine ilahi bir plana matuf olmuştur. Yaptığıyla asıl sanatçının varlığına işaret eden bir sanatçı, eseriyle de aynı zamanda başta kendisi daha sonra başka insanlar için dini bir tecrübeyi sağlamaktadır. Bu anlamıyla İslam sanat anlayışı Allah-kozmos-insan üçlemesinin varlığına hayat vermektedir.
Abdullah Denizhan