Arabistan, ilk devlet olgusunun oluşumunun gözlendiği Mısır ve Mezopotamya ile çevrelenmektedir. Bu, Arabistan’da doğrudan bir devlet oluşumunu tetiklemediyse bile devlet olgusunun gelişimine fayda sağladı. Bu olgu bugün kullanılan veya tahayyül edilen olgudan çok daha körpe ve bâkir bir kavram ile başlamaktadır.
Temel ihtiyaç aslında organize olabilmek arzusudur. Bugün olduğu gibi dünde insanlar birlik ve beraberlik ile daha büyük işleri yapabilmektedir. Basit makine ve araç gereç kullanımının henüz başladığı düşünülür ise insan gücünün ne denli önem arz ettiğini anlayabiliriz. Bu organize olmak ihtiyacı, insanların organizasyon ihtiyaçlarını perçinlemektedir. Bu bağlamda oluşturulan sistemlerin ilk örneklerini devlet olgusu altında sınıflandırıyoruz.
Mezopotamya ve Mısır devletleri bunun ilk aşamalarını su ile oluşturmuşlardır. Fırat ve Dicle’deki taşkınlar Mezopotamya’yı, Nil’deki taşkınlar ise Mısır’ı bu konuda organize olmaya gerekli kılmıştır. Taşkınlar beraberinde getirdiği tarımsal değeri yüksek kalıntılar ile bu konuda ciddi bir odak hâline gelmiştir. Taşkınlar üzerinden oluşturulmuş bu organizasyona bir isimlendirmede bulunacak olursak bu “Su Medeniyeti” olacaktır.

Su medeniyeti, elbette kaçınılmaz bir tarım gelişimine sebep olacak ve bu toplumsal refahın ve zenginleşmenin öncüsü olacaktır. Bu refah ve zenginleşme asayiş ihtiyacını arttıracaktır. Bu dönemde su medeniyetini oluşturanların küçük bölgesel güçler olarak başladıkları düşünülmektedir. Şehirler büyüdükçe ilişki kurmaları ile beraber bürokrasi gelişmeye başlamıştır.
Şehirler büyüdükçe ve zenginleştikçe ilgi odağı hâline gelecek ve göç almak kavramı ciddi bir önem arz etmeye başlayacaktır. Göç kavramı beraberinde bir takım kanun ve hiyerarşi ihtiyacını gündeme getirecektir. Sonuçta medeniyetlerini oluşturanlar onu korumak ödevini üzerlerine alacaklardır. Bu sınıf ayrımının ilk oluşum süreci olarak adlandırılabilir.
Toplumların din düşüncesi ile bir araya gelmesi, bunun daha sonra ekonomik bir organizasyon ihtiyacı doğurduğu ve su medeniyetinin temellerinin atıldığını düşünür isek din kavramı üzerine eğilmemiz gerekecektir. Toplumların geçmişten günümüze din kavramı etrafında öbekleşmesi, sanıldığı üzere ekonomik endişe gölgesinde yeşertilmiş bir kavram değildir. Ancak toplumlar zamanla dinin ne denli bir güç olduğunu keşfedince bunu sömürmeye yönelik sahalar açmaya çalışacaklardır.

Su medeniyeti, göçler ve refah ile büyüdükçe güvenliğin önemi artmaktadır. Burada güvenlik olarak adlandırdığımız aslında büyük surlar ve güçlü silahlardan çok ordu düşüncesinin gelişimidir. Ordu, organizasyonun asayişini sağlamak ile yükümlü silahlı güç olarak tanımlanabilir.
Organizasyon bu derece detaylanır iken bununla birlikte yönetici ihtiyacı doğacaktır. Burada kral kavramı oluşacaktır. Zamanla organizasyonun yönetimi kanunlar ve sınıf ayrımları ile daha kemikleşmiş bir örgüye dönüşecektir. Önceleri ordu ile yürütülen asayiş, sayı arttıkça farklı payandalara ihtiyaç duyacaktır. Bu payandalar din ve ekonomi olacaktır. Din kavramı tanrı veya rahip krallar oluşturur iken ekonomik tedbirler ve sınıf ayrımı ile daha sağlam bir düzen sağlamaya yardımcı olarak görülecektir.
Din kavramı etrafında yapılan payanda tanrı-kral kavramı dışında ritüellerde özel iletişimler veya tanrılar ile bağlantı gibi özellikler eklemekte, vergi devlet üzerinden işler iken tarım ürünleri için de en güvenilir depo tapınak depoları olacaktır. Bazı bölgelerde dağıtımın dahi tapınak çalışanları tarafından yapıldığı bu düzende tapınağın önemi arttırılmaktadır.

Tanrı-kral kavramı ile toplumdan kopan yönetici, ekonomik teşvikleri ve zenginliği çevresine dağıtması ile hiyerarşi oluşturmuş toplumu asiller, din adamları, halk ve köleler olarak belirgin şekilde ayrıştırmıştır. Kendi bulunduğu güvenli alanı da ordu ile güvenceye almıştır. Bu sayede bir medeniyet oluşturulmuştur.
Bu medeniyet denemesi, Mezopotamya ve Mısır olmak üzere ciddi bir yayılım göstermiştir. Arabistan da bu bölgelerin yönetimlerinden etkilenmiştir. Ancak tarıma elverişli alanlar sınırlı olduğu için bu sistemi daha ticari bir yaklaşım ile sürdürmüştür.
Bu dönemde toplum, refah seviyesinin kararlılığı sebebiyle gelişim göstermiş; bilime ve sanata verilen önem, bu zaman diliminin geçmişe kıyasla ne denli büyük bir ilerleme gösterdiğini kanıtlar niteliktedir. Özellikle tarım ile ilişkili olan hidrolik ve kadastral ilerlemeler gözlenir iken aynı zamanda astronomik alanın su gelgitleri ilişkisi sebebiyle de bir ilgi odağı oluşturmuştur. Bu ana kalemler dışında yardımcı kalemler olan matematikten tıpa birçok yardımcı dalda ciddi ilerlemeler sağlanmıştır. Bu medeniyetin en belirgin özelliği istikrarlı yönetimler ve bunun beraberinde getirdiği refahtır.

Arabistan çöl bedevilerinin ve ticaret odağı olan şehirleriyle bu medeniyetin örtüsü önünde değişimler ve adaptasyonlar geliştirmiştir. Çevresiyle gelişim ve etkileşimi kısıtlı olmasına rağmen çağdaşları ile ilişiği onu bu medeniyetin üvey kardeşi konumuna getirmiştir. Şam, Bağdat ve Kudüs gibi odak şehirler dışında geneli bu medeniyete çok uzak kalmıştır.
Daha sonraları özellikle Kudüs’ten başlayıp diğer merkezî şehirlere doğru ilerleyen manevi bir yayılım olduğuna dikkatleri çekmek gerekir. Bu yayılım Arabistan’da ciddi bir değişime önayak olmuştur. Özellikle Roma’nın Kudüs’ü ele geçirmesi üzerine başlayan isyanlar ile Kudüslü Yahudiler Arabistan’ın birçok kentine yayıldılar. Bunların en bilinenlerinden biri olan “Yesrib” günümüz adıyla “Medine-i Münevvere” de ciddi bir nüfusa ve konuma sahip olmuştu. Yahudilerin bu çok tanrılı din anlayışının yaygın olduğu toplumda tek tanrılı bir dinin mensubu olarak toplumda farklı bir zümre oluşturdukları ve dahi inançları gereği kendilerini bir üst sınıf tanımlamasına layık görmeleri elbette sosyolojik etmenlerde etkili olmuştur. Sonraki dönemlerde İslam’ın Medine’ye hicreti ile Yahudiler ile sosyal ve siyasi ilişkiler bu eksende oluşturulmuştur.

Hristiyanlık da yelkenlerini Roma rüzgârı ile doldurmuş, önce Kudüs ve Şam’ı daha sonra iç bölgelerdeki ticaret merkezlerini ve kısmen bedevi Arapları etkisi altına almaya başlamıştır. Bu ilerleme Doğu ve Batı Hristiyanlığını oluşturacak ve Doğu Hristiyanlığına bazı farklılıklar yükleyecektir. Sosyolojinin bu denli etkili olduğu bu coğrafyada Hz. Muhammed’in doğumuna yaklaştıkça aslında Mekke özelinde tüm Arabistan, Hristiyanlığın ilerleyişine şahitlik edecektir. Ebrehe olayında olduğu gibi Hristiyanlık, rakip tanımaz bir yaklaşım ile yayılım göstermektedir. Farklı Hristiyanlık düşünceleri veya çok tanrılı dinler Arabistan’ı minyatür bir dünya haline getirmiş ve sosyal olarak yeni etkileşimlere açık bir yapıya kavuşturmuştur.
Davut Ufuk Erdoğan