Cengiz Aytmatov Kimdir?
Cengiz Aytmatov, 1928 yılında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e bağlı Şeker kasabasında, kendisine karşı acımasız davranan dünyaya gözlerini açmıştır. Memur olan babası ülkedeki devrim hareketlerinin en ön safhalarında yer almasının bedelini kendi canıyla beraber 4300 Kırgız vatandaşı ile beraber ödemiştir. Bu sebepten ötürü devletin her kurumunda Aytmatov’a sözde şüpheli gözüyle bakılmış olup sayısız engellemeler ve zorbalıklara maruz kalmıştır. Çocukluk dönemlerinde ülkenin pek de iç açıcı olmayan yıllarında geçimini sağlamak için postacılık yapmaya başlamıştır. Savaş psikolojisinin hüküm sürdüğü dönemlerde Aytmatov’u elinde postayla kendisine doğru geldiğini görenler olduğu yere yıkılıverirler çünkü o artık bir postacı değil ölüm haberi getiren ayaklı bir felaket olarak görülür. Yaşamı boyunca çalışmak zorunda kalan yazar alnının kara yazısını Veterinerlik Üniversitesine girerek silmeye başlar. Bu dönemde yazdığı “Gazeteci Cyudo” adlı öyküsü Aytmatov’a Moskova’da Edebiyat Fakültesinin kapılarını açmaya başlamıştır.
Aradan geçen yıllar sonrasında yazdığı “Cemile” adlı öyküsü “dünyanın en güzel aşk hikayesi” olarak edebiyat dünyasında anılmış olup yankılarını sürdürmektedir. “Selvi Boylum Al Yazmalım” romanı da Türk sinemasına uyarlanarak milyonların kalbine girmiştir. Kırgızistan’ın milli yazarı Aytmatov, Kırgızlara sadece bir edebiyat mirası bırakmamıştır. Kırgızlara “Tanrı Dağlarını” hatırlatmıştır. Bu zalim dünyaya Kırgızların bir millet olduğunu eserlerinde gözler önüne sermiştir. Kırgız kimliği ve eserleri var oldukça Aytmatov da Sovyetlerden intikamını almayı sürdürecektir. Çünkü Stalin, Kırgız milliyetçiliği yapması suçuyla babası ve beraberindeki 4300 Kırgız’ı kurşuna dizmiştir. Babasının ve diğer Kırgız Türklerinin naaşını vermeyi çok gören bu acımasız düzende yazar, babasının mezarını tam 56 yıl sonrasında öğrenebilmiştir. Dünya tarihinde bu üzücü olay “1937 Kıyımı” olarak da bilinir.

Gün Olur Asra Bedel
Bir güne kaç hatıra kaç yaşanmışlık kaç hikaye sığdırabiliriz? Söz konusu olan uzun bir yolculuksa sayısız. Roman, yeri doldurulamaz bir geçmişi paylaştığı dostunun cenazesini taşıyan Yedigey’in dostunun vasiyeti üzerine Kırgızlar için bir hafıza mekan olarak vücut bulmuş Ana Beyit Mezarlığı’na gömmek için yola çıktığı bir günü ve anıları anlatır. Romanda anlatılan yarı efsaneleşmiş anılardan biri ise Mankurt Efsanesidir. Aytmatov’un edebi literatür vesilesiyle tedavüle soktuğu ‘mankurt’ kavramı bilhassa Stalin’in sert politikalarının insanlar üzerindeki karşılığıdır. Kimliğini, özünü, hatıralarını kaybetmek, asimile olmak, ötekileşmek demek. Romanda mankurtlaşma efsanesi “JUANJUAN” ismiyle anılan göçebe bir topluluğun esirlerine uyguladığı bir işkence yöntemidir. Önce esirin kafasını kazırlar sonra saç diplerini deşip deve derisini esirin kafasına geçirirler. Esir kafasını yere sürtmesin diye boynuna tahtalar çakılır. Çığlıklarını kimse duymasın diye de çölde ıssız yerlere götürerek kavurucu sıcağın altında, hava geçirmeyen derinin altında aç ve susuz birkaç gün öylece bırakılır. Esirin saçlarının çıkması üzere asıl işkence o zaman başlar çünkü saç telleri deve derisini geçemeyince ters yöne kafatasının içine doğru uzar. Bunun sonucu dayanılmaz ağrılara esirler ya canlarını ya da kimliklerini vererek kurtulabilirler. Birkaç gün sonra kontrole gelenler esirin yaşadığını görünce onu köle yaparlar. Bu işkenceden sağ çıkanlar artık esir değil de “mankurt” olmuştur.

Romanda geçen öykülerden birinde Nayman Ana’nın oğlu “Juanjuan” topluluğuna esir düşmüş olduğunu öğrenir. Oğlunu aramaya başlar ve bir gün oğlunu çobanlık yaparken görür yanına gider ve konuşmaya çalışır. Ama karşısındaki oğlu bir korkuluktan farksızdır ne konuşur ne de bir tepki verir. Her fırsatta oğluna kendisini, babasını ve yaşadığı yerleri anlatsa da bu çabaları boşunadır. Mankurt olan oğlu kendisiyle sürekli uğraşan bu kadını bir tehdit olarak görür ve oracıkta bir ok atarak öz annesini öldürür. Romanda bir diğer mankurt örneği ise Yedigey’in dostunun oğlu “Sabitcan” karakteridir. Sabitcan babası tarafından çocukken kente yatılı okula gönderilmiştir. Zamanla kent yaşamına kendisini fazlasıyla kaptıran Sabitcan, kırsal yaşamdan ve köyden nefret ederek ötekileşmiştir. Yani özüne, doğduğu yerlere ve kimliğine sırt çevirerek “Modern Mankurt” örneği olmuştur. Günümüzde ise kimliğini yitirip ötekileşmekten kendini koruyamamış olan birçok mankurt örneği var ve sayıları da çoğalmaktadır.
Cengiz Aytmatov hem yaşamı hem de paha biçilemez eserleriyle Kırgız halkına ve tüm dünyaya sönmeyen bir insanlık ve edebiyat ışığı tutmaya devam etmektedir.
Zeynep Aydemir